Araştırmacı yazar Daniel Byman, Foreign Affairs'te ''Stuck in Gaza'' başlığıyla yayınlanan yazısında, Gazze'nin gelecekteki yönetimine ilişkin net bir planın olmamasının Biden yönetiminin seçim kampanyasına etkisini ve ABD'nin sadık müttefiki olduğu İsrail'e artık baskı yapmasının zorunlu olduğunu tartışıyor. YDH için Keda Bakış çevirdi.
***
7 Ekim'den sonra İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu liderlerini öldürerek, askeri güçlerini parçalayarak ve altyapısını yıkarak "Hamas'ı yok etmeye" yemin etmişti. Bir daha böyle bir saldırı olmayacağının güvencesini vermiş ve Hamas'ın aldığı esirlerin, ölenlerin cesetleri de dahil olmak üzere, iadesini isteyeceğine söz vermişti.
Lübnan Hizbullahı da dahil olmak üzere İsrail'in diğer düşmanlarının saldırıdan caydırılmasını sağlamak istediğini açıkça belirtti.
İsrail'in Hamas'a karşı çabaları güçlü olsa da Gazze'de uzun vadeli istikrar için hayati önem taşıyan yeni ve etkili bir hükümetin kurulmasına zemin hazırlayamadı. ABD'nin baskısına rağmen İsrail, Refah'ta önemli askeri kazanımlar getirmeyecek ancak Gazze'nin insani durumunu daha da kötüleştirebilecek ve İsrail'in itibarını zedeleyebilecek büyük bir operasyon planlayarak kısa vadeli stratejisine sadık kalıyor gibi görünüyor.
İsrailli liderler Gazze'deki yönetim sorununu ele almaya pek ilgi göstermezken, önümüzdeki altı ay içinde umabileceğimiz en iyi şey yardımların artmasının yanı sıra şiddetin azalmasıdır. Ancak bu yaklaşımın ne İsraillileri ne de Filistinlileri tatmin etmesi olası değildir.
Bardağın yarısı dolu mu?
İsrail ordusu operasyonları sonucunda Hamas'ın 24 taburundan 18'inin dağılmak zorunda kaldığını iddia ediyor. İsrail ayrıca 7 Ekim saldırısının planlanmasına yardımcı olan ve belki de Gazze'deki en önemli üçüncü Hamas lideri olan Mervan İsa da dahil olmak üzere örgütün üst düzey askeri liderlerinden bazılarını öldürdü. İsrail güçleri Hamas'ın birçok tünelini, tahkim edilmiş mevzilerini ve silah depolarını imha etti.
İki nedenden ötürü 7 Ekim'in tekrarlanması pek olası değil. Birincisi Hamas'ın güçleri zayıf, ikincisi ise İsrail'in rehavetten kurtulmuş olması. İsrail istihbaratı Hamas'ın savaş planını bir yıldan fazla bir süre önce ele geçirmiş ve planın harekete geçtiğine dair belirli işaretler tespit etmişti.
Eğer İsrail bu istihbarata dayanarak harekete geçseydi, örneğin savaşçıların toplandığı sırada onlara saldırsaydı ya da İsrail'in güneyindeki garnizonlarını takviye etseydi, Hamas başarısız olacaktı. Ancak 7 Ekim'den bu yana İsrail tehdide karşı son derece uyanık hale geldi ve tehlike artık kayıtsız kalmak yerine aşırı tepki vermekte yatıyor.
İsrail güçlerinin Hamas saldırısına işaret eden en ufak bir istihbaratta, bilgiyi önceden doğrulama kaygısı gütmeden, hızla ve güçlü bir şekilde saldırdığını düşünmek çok kolay.
İsrail diğer düşmanlarını başarılı bir şekilde caydırmış görünüyor. İsrail'in en zorlu düşmanlarından biri olan Hizbullah, muhtemelen Beyrut'taki bölgelerinin Gazze'ye benzer bir akıbete uğrayabileceği endişesiyle Lübnan sınırı boyunca İsrail'le etkileşimlerinde dikkatli davranmıştır.
İsrail, Suriye'de Hizbullah'a ait mevzileri hedef aldığında ve istemeden de olsa Suriye askerleri arasında kayıplara yol açtığında bile Beşar Esad rejimi daha ileri bir adım atmadan sadece itirazlarını dile getirmekle yetindi.
Yarım yıl süren çatışmaların ardından bile İsrailliler fedakârlık yapmaya hazır olduklarını göstermeye devam ediyor. Bu kampanya sırasında 200'den fazla İsrail askeri hayatını kaybetti ki bu, kayıplardan kaçınmaya çalışan bir ülke için önemli bir sayı.
Yaygın cinsel şiddet içeren 7 Ekim olayları özellikle dehşet vericiydi ve güçlü bir mücadele kararlılığını körükledi. Saldırıya yanıt olarak İsrail derhal yaklaşık 300 bin yedek askerini göreve çağırdı. Bu kişilerin birçoğu görevlerini tamamlamış olsa da bazıları halen aktif görevdedir.
İsrail ekonomisi üzerindeki etkisine ve sıradan vatandaşların yaşamlarındaki aksamaya rağmen İsrail gelecekte de askerlik hizmetini uzatma niyetindedir. "Hamas'ı yok etmek" sloganı basit bir slogan olabilir, ancak popülerliğini korumaya devam ediyor.
İsraillilerin çoğu Hamas'ı sert bir şekilde vurmak istese de ülkede bir bölünme var. Bazıları rehinelerin serbest bırakılmasını sağlamak için ateşkesi kabul etmeye hazırken, Netanyahu da dahil olmak üzere diğerleri Hamas'a taviz vermektense esirlerin hayatını riske atmaya hazır.
Yoksa yarısı boş mu?
Ancak bu başarılara rağmen İsrail'in askeri harekatı tekliyor. İsa'nın öldürülmesi Hamas'a bir darbe indirdi; ama en önemli iki lider, Muhammed Dayf ve Yahya Sinvar hala serbest. Hamas'ın tabur yapısı ağır darbe almış ve grup büyük birlikler halinde savaşamaz hale gelmiş olsa da ezilmiş olmaktan çok uzak.
Hamas'ın hala silah altında binlerce savaşçısı var. Üyeleri artık daha küçük gruplar halinde savaşıyor; bir düzine ya da daha az kişiden oluşan gruplar İsrail güçlerine saldırıyor ve ardından enkazda saklanıyor, kalan tünellere dalıyor ya da sivil halkın arasına karışıyor.
İsrail'in esir meselesindeki başarısızlığı büyük bir endişe kaynağıdır. 112 esir serbest bırakılmış ve birkaç rehine daha kurtarılmış olsa da halen Hamas'ın elinde 130 esir bulunmaktadır. İsrail hükümeti ne yazık ki bunlardan 34'ünün öldüğünün tahmin edildiğini ve daha fazlasının da ölmüş olma ihtimalinin bulunduğunu açıkladı.
Hamas ise İsrail askeri operasyonlarında 70'ten fazla tutuklunun öldürüldüğünü iddia ediyor. Hamas savaşçılarını ve liderlerini saklayan tünellerin aynı zamanda esirlerini de saklıyor olması zor bir durum.
İsrail'in Gazze'yi yoğun bir şekilde hedef alması nedeniyle rehinelerin bir kısmının istemeden de olsa öldürülmüş olması kaçınılmazdır. Bu esir muammasına bir çözüm bulmak kolay değil. İsraillilerin çoğu Hamas'ı sert bir şekilde vurmak istese de ülkede bir bölünme var. Bazıları rehinelerin serbest bırakılmasını sağlamak için ateşkesi kabul etmeye hazırken, Netanyahu da dahil olmak üzere diğerleri Hamas'a taviz vermektense esirlerin hayatını riske atmaya hazır.
Hamas yeniden güç kazanırsa, altyapısının en azından bir kısmını yeniden inşa etmek ve yeni askeri güçler toplamak için yardımları hortumlamaya çalışacaktır. Dolayısıyla Hamas'ı yok etmek aynı zamanda siyasi gücünü de yok etmek anlamına gelir ve bir şeyi hiçbir şeyle yenemezsiniz.
Ancak Hamas'ın ordusu ne kadar zarar görmüş olursa olsun, grup rakiplerine kıyasla popülerliğini koruyor. Gazze'deki halkın yüzde 71'i de dahil olmak üzere Filistinlilerin çoğu 7 Ekim saldırısını haklı görüyor. Anketler Filistinlilerin mevcut tüm gruplara karşı hayal kırıklığı yaşadığını gösterse de Hamas, Batı Şeria'da iktidarı elinde tutan baş rakibi Filistin Yönetimi'nin iki katından daha fazla popüler.
İsrail taktiksel zaferler elde etti, ancak bunun insan hayatı açısından önemli bir bedeli oldu. Gazze'de aralarında çok sayıda çocuğun da bulunduğu 32.000'den fazla Filistinli hayatını kaybetti. Ayrıca, 1.7 milyondan fazla insan evlerini terk etmek zorunda kaldı ve nüfusun büyük bir kısmı açlık ve hastalık tehdidiyle karşı karşıya kaldı.
Çatışmaların yol açtığı yıkıma ek olarak İsrail, Gazze'ye yardım ulaştırılmasını engelleyen kısıtlayıcı tedbirler uygulamakta ve bu tedbirleri ancak uluslararası baskılar karşısında kademeli olarak hafifletmektedir. İşleyen bir hükümetin bulunmadığı Gazze Şeridi'nde durum daha da vahimdir ve bu durum en çok ihtiyacı olanlara yardım ulaştırılmasını zorlaştırmaktadır.
Sonuç olarak İsrail'in uluslararası itibarı zarar görüyor. Avrupalı yetkililer, İsrail'in savaşın insani maliyetine kayıtsız kaldığını öne sürerek ülkeyi giderek daha fazla eleştiriyor ve anketler Avrupa kamuoyunun da İsrail'i giderek daha az desteklediğini gösteriyor.
İsrail son on yıldır Batı'ya kur yapmaya değil, Suudi Arabistan başta olmak üzere Batı yanlısı Arap devletleriyle ilişkilerini normalleştirmeye odaklandı. Ancak şimdi, Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi İsrail'le barış yapan Arap hükümetleri, İsrail'in Gazze'deki harekatına ve Filistinlilere yönelik daha geniş çaplı muamelesine öfke duyan kendi halklarının baskısı altında. İsrail ile 7 Ekim'den önce normalleşme arayışında olan Suudi Arabistan, şimdi görüşmelerin yeniden başlayabilmesi için İsrail'in bir Filistin devleti planını kabul etmesi gerektiğinde ısrar ediyor.
İsrail'in en önemli müttefiki olan ABD'nin desteği de düşmüştür. Genel olarak Amerikalılar arasında İsrail'e yönelik olumlu görüşler geçtiğimiz yıl yüzde 68'den yüzde 58'e gerilemiştir. Bu düşüş genç Amerikalılar arasında daha da keskin olup, İsrail'e olan olumlu bakış 26 puanlık şaşırtıcı bir düşüşle yüzde 64'ten yüzde 38'e gerilemiştir.
Gazze savaşı ABD dış politikasında bir kuşak değişimine zemin hazırlıyor olabilir. Demokrat seçmenler artık Filistinlilere İsraillilerden daha fazla sempati duyuyor. Başkan Joe Biden, 7 Ekim'den sonraki günlerde güçlü bir şekilde İsrail'in yanında yer alırken, şimdi giderek daha eleştirel hale geliyor. Mart ayı başında yönetimi, Gazze'de kalıcı bir ateşkes çağrısında bulunan BM Güvenlik Konseyi kararını veto etmeyi reddetti.
Savaş İsrail'de popüler olsa da Netanyahu hükümeti zor durumda ve siyasi zayıflığının Hamas'la mücadele üzerinde derin sonuçları var. 7 Ekim'den önce hükümet karşıtı protestolar İsrail'in büyük bölümünü kasıp kavurmuştu ve Netanyahu hükümetinin İsrail yargısını zayıflatma planı gibi aşırı sağcı gündemine ilişkin endişeler devam ediyor.
Savaş devam ederken bile Netanyahu'nun kendisi yolsuzluk suçlamalarıyla karşı karşıya ve koalisyonunu bir arada tutmak için çaresiz durumda. Bugün bir seçim yapılsa, anketler Netanyahu'nun şu anda savaş kabinesinde görev yapan rakibi Ulusal Birlik Partisi'nden Benny Gantz'a karşı kaybedeceğini gösteriyor.
Netanyahu güçlü bir siyasi koalisyonu korumak ve yakın gelecekte bir seçimden kaçınmak için çok çalışıyor. Aşırı sağı memnun etmek için ateşkese karşı çıktı ve daha fazla dindar İsraillinin orduda görev alması fikrine direndi.
Ayrıca, Batı Şeria'daki aşırı sağcı yerleşimcilere silah sağlıyor. Bezalel Smotrich ve Itamar Ben-Gvir gibi bakanlar sadece Hamas ile ateşkese karşı çıkmakla kalmıyor, aynı zamanda Filistin Yönetimi'nden de hiç hoşlanmıyorlar. Bu durum Netanyahu'nun Filistin Yönetimi'nin savaş sonrası Gazze'nin yönetiminde rol oynaması fikrini neden reddettiğini açıklıyor ve bu da onu ABD ile ters düşürüyor.
Netanyahu bir bütün olarak Filistin egemenliğine kesin bir şekilde karşı çıkıyor. Ocak ayında düzenlediği bir basın toplantısında ABD'nin Filistin devleti önerisini açıkça eleştirdi ve İsrail'in Batı Şeria üzerinde "güvenlik kontrolüne" sahip olmaya devam edeceğini ilan etti.
Bu kararının arkasındaki gerekçe açıktı: "Bir bölgeden her çekildiğimizde terörizmle, ciddi terörizmle karşı karşıya kalırız." Bu duruş İsrail'in aşırı sağcı destekçilerini tatmin etse de, Hamas'ı küçümsemelerine rağmen halkın Filistinlilerin haklarına yönelik taleplerini karşılamak zorunda olan Arap ülkeleriyle gerilim yaratıyor. Ayrıca, uzun süredir iki devletli çözümü savunan pek çok Batılı liderde de yankı bulmuyor.
Savaş devam ediyor
İsrail'in Gazze'de karşılaştığı sorunların bir kısmı kaçınılmazdı. Herhangi bir İsrailli liderin 7 Ekim'deki şiddetin boyutları göz önüne alındığında Gazze'ye en azından sınırlı ve kısa süreli bir saldırı emri vermemesi imkansızdı. Ve Gazze'ye yapılacak bir harekât her zaman sorunlu olacaktı.
Yüksek nüfus yoğunluğuyla şerit, sürekli askeri operasyonlar yürütmek için olağanüstü zor bir yer. Sivilleri tehlikeden uzaklaştırmanın kolay bir yolu yok ve Hamas'ın siviller arasında saklanmaya istekli olması önemli Filistinli kayıplarını kaçınılmaz kılıyor.
Ancak yine de kaçırılmış fırsatlar vardı. İsrail, insani maliyetin bir kısmını hafifletmek ve savaşçı olmayanları cezalandırdığı yönündeki uluslararası eleştirileri savuşturmak için Gazze'ye çok daha fazla yardım akışına izin verebilirdi.
Rehine takasının bir parçası olarak (Kasım ayındaki yedi günlük ateşkesin ötesinde) bir ateşkesi benimseyebilirdi, bu sadece belki daha fazla tutsağı serbest bırakmakla kalmaz, aynı zamanda ülkenin uluslararası desteği yeniden kazanmasına da yardımcı olurdu.
Ayrıca Gazze'deki askeri operasyonlarını daha hassas ve daha sınırlı tutarak sivil kayıpları azaltabilirdi. Elbette tüm bu adımlar Hamas'a daha fazla nefes alma alanı sağlayacaktı, bu yüzden İsrail bu adımları atmaktan kaçındı.
Belki de en önemlisi ve siyasi açıdan en az gerçekçi olanı, 7 Ekim'den önce ve sonra İsrail'in Gazze hükümeti olarak Hamas'a alternatif bir Filistin yönetimini desteklemesi, meşruiyetini sağlamak için Arap devletleriyle ve finansman için uluslararası ortaklarla çalışmasıydı.
Hamas bu adımdan nefret ederdi ama Netanyahu'nun görmezden gelemeyeceği bir koalisyon olan İsrail sağı da nefret ederdi.
Varsayımsal senaryoları bir kenara bırakırsak, İsrail'in mevcut saldırgan taktiklerinin yakın gelecekte sahada önemli değişiklikler getireceği şüpheli. Netanyahu hükümeti kısa süre önce Hamas'ın Gazze'deki son kalesi olan ve çok sayıda yerinden edilmiş Filistinlinin sığındığı Refah'ı hedef alan bir plana yeşil ışık yaktı.
Planın uygulanması halinde İsrail güçleri daha fazla militanı etkisiz hale getirebilir ve muhtemelen Sinvar, Dayf ya da her ikisini birden ele geçirebilir. Ancak bunun, zaten sınırlı kaynaklarla mücadele eden ve sağlık riskleriyle karşı karşıya olan Gazze'nin sivil nüfusu için yüksek bir maliyeti olacaktır.
Dayf ve Sinvar'ın ortadan kaldırılması İsraillilere biraz rahatlama ve Netanyahu'ya siyasi kazanımlar sağlayabilecek olsa da Hamas'ın herhangi bir boşluğu dolduracak güçlü bir liderlik yapısına sahip olması nedeniyle stratejik etkisi asgari düzeyde olacaktır.
Daha da önemlisi, Hamas'ın kalıcı olarak ortadan kaldırılması, Gazze'de yıllarca hüküm sürebilecek ve bu süreçte Hamas'ın kanun ve düzen, sosyal hizmetler ve diğer temel ihtiyaçların sağlanmasındaki rolünü ortadan kaldıracak farklı bir hükümet gerektiriyor. Bu tür bir hükümetin kurulamaması, İsrail'in çekilmesi durumunda birkaç bin savaşçının bile -ki Hamas şu anda birkaç binden çok daha fazlasına sahip- Hamas'ın kontrolünü kolayca yeniden tesis edebileceği anlamına geliyor, özellikle de örgütün İsrail'le son mücadelesinde kazandığı güvenilirlik göz önüne alındığında.
Gazze'nin tamamında Hamas'ın yerini alacak güçlü bir güç olmadıkça, örgüt zayıf kontrol ettiği bölgelerde kendini yeniden kurmaya çalışacaktır. İsrail bu sorunu daha Mart ayında, Hamas savaşçılarının İsrail'in daha önce büyük tepkiler pahasına temizlediği El Şifa hastanesinde yeniden toplanarak İsrail güçlerini tesise bir kez daha saldırmaya zorlamasıyla gördü.
Gazze'de yeni bir hükümet kurmak son derece zorlu bir görev olacaktır. Filistin Yönetimi (FY) en uygun seçenek olarak görülüyor ve Biden yönetimi tarafından savaş sonrası yönetim olarak tercih ediliyor. Ancak Filistin Yönetimi yolsuzluklarla boğuşuyor ve yıllar boyunca İsrail'den önemli tavizler koparamadığı için meşruiyetten yoksun.
Durum istikrara kavuştukça ve insani kriz iyileştikçe, İsrail küresel odağın Gazze'den uzaklaşmasını hedefliyor. Bunun ardından Suudi Arabistan ile normalleşme görüşmelerini yeniden başlatmayı ve Washington ile ilişkilerini onarmayı hedefleyebilir.
Gençleştirilmiş bir liderlikle bile Hamas Gazze'de Filistin Yönetimi'ne şiddetle karşı çıkacaktır, özellikle de sadece temel hizmetleri sağlamak yerine grubun yerini almayı hedefliyorsa. Bir Filistin Yönetimi hükümetinin Gazze'de başarılı olabilmesi için dış kaynaklardan önemli miktarda mali destek alması ve bağımsız bir otorite olarak kendini kabul ettirmesi için birkaç yıla ihtiyacı olacaktır. Ne yazık ki Netanyahu bu mütevazı öneriyi bile reddediyor.
Sonuç, geleceğe yönelik net bir stratejisi olmayan ve faydaları azalan bir askeri operasyondur. Şu anda Gazze Şeridi'nde herhangi bir yönetim organı bulunmamaktadır.
İsrail güçlerinin önemli ölçüde ya da tamamen geri çekilmesi halinde Gazze'nin çeşitli yerel liderlerin, savaş ağalarının ve aşiretlerin farklı bölgeleri kontrol ettiği bir kaos ortamına, hatta -şimdiden şeridin birçok yerinde görülmeye başlandığı gibi- tam bir anarşiye sürüklenmesi ihtimali var.
Bu senaryo aşırı sağcı koalisyonu sarsmayacaktır zira Filistinlilerin özyönetiminin artması için herhangi bir ihtimal sunmamakla birlikte Gazze'de yönetimi kimin devralacağı konusunu da ele almamaktadır.
İsrail askeri güçlerinin uzun bir süre daha Gazze'de kalması bekleniyor. İsrail ve Hamas rehinelerin serbest bırakılması için geçici bir ateşkes anlaşmasına varsalar bile bunun kalıcı olması pek mümkün görünmüyor.
İsrail güçlerinin Hamas'ı istikrarsızlaştırmak ve alternatif bir hükümetin yokluğunda grubun özellikle belirli bölgelerde yeniden güç kazanmasını önlemek için düzenli saldırılar düzenlemeye devam edeceği tahmin ediliyor.
Bu gelişen durumda, çatışmanın daha sınırlı bir çatışmaya dönüşebileceğine dair küçük bir umut var. Bu da İsrail güçlerinin daha az kayıp vermesine, Gazze'deki Filistinlilerin daha az şiddete maruz kalmasına ve yardımların artmasına yol açacaktır.
Durum istikrara kavuştukça ve insani kriz iyileştikçe, İsrail küresel odağın Gazze'den uzaklaşmasını hedefliyor. Bunun ardından Suudi Arabistan ile normalleşme görüşmelerini yeniden başlatmayı ve Washington ile ilişkilerini onarmayı hedefleyebilir.
Bu senaryo gerçekleşirse Filistinlilerin günlük yaşamı korkunçtan sefalete dönüşecek, bu bir gelişme ama tatmin edici bir gelişme değil. Bu arada Hamas, İsrail operasyonları azaldıkça nefes alacak bir alan kazanacak ancak yine de düzenli baskınlar ve bombalama kampanyaları karşısında iktidara geri dönemeyecektir. Gazze bir savaş bölgesi olarak kalmaya devam edecek ve ciddi bir yeniden inşa için hala beklemek gerekecek.
ABD'nin etkisi sınırlı olsa da var. Altı ay boyunca neredeyse hiç değişmeyen desteğin ardından, Biden yönetiminin İsrail'i herhalükarda gitmesi gereken yöne doğru kararlı bir şekilde itmesinin zamanı geldi. Dürüstlük dostların dostlara borçlu olduğu bir şeydir.
Baskı zamanı
İsrail toplumu, sadece Netanyahu ve sağcı müttefikleri değil, bir bütün olarak Hamas'ı ezmeye kararlıdır ve hükümeti Gazze'ye yönelik kendi kendini yenilgiye uğratan yaklaşımını değiştirmeye zorlamak zor olacaktır.
Yine de Biden yönetimi, hem askeri yardımı hem de diplomatik desteği sınırlamakla tehdit ederek İsrail'i çatışmayı yönetmekten daha fazlasını yapmaya ikna etmeye çalışmalıdır. Ancak ABD'nin İsrail'e yönelik gergin siyaseti göz önüne alındığında, Biden yönetiminin İsrail üzerindeki baskıyı büyük ölçüde arttıracağını düşünmek zor. Artırsa bile Netanyahu'nun siyasi zayıflığı koalisyonunu riske atacak tavizleri kabul etmesini pek olası kılmıyor.
Netanyahu ve Biden, şimdilik birbirlerinin görevden ayrılmasını ve böylece ülkesinin daha işbirlikçi olmasını umarak birbirlerini beklemeye çalışıyor gibi görünüyor. Biden yönetiminin ateşkes kararının BM'den geçmesine izin verme kararı iyi bir ilk adım.
Biden'ın Netanyahu ile yaptığı gergin bir telefon görüşmesinde, ABD'nin İsrail'e yapacağı yardımın Gazze'deki gidişatın düzeltilmesi şartına bağlanacağını söylemesi de umut vericiydi. Benzer sinyallerin verilmesi -örneğin Başkan ve diğer üst düzey yetkililerin rehine takasının bir parçası olarak ateşkesin gerekliliği konusunda daha fazla açıklama yapmaları- ve Refah işgaline karşı baskıların sürdürülmesi gerekmektedir.
ABD, hayati çıkarları söz konusu olduğunda küçük müttefiklerini etkilemekte genellikle zorlanır. Bu nedenle geçmiş yıllarda Afganistan ve Irak'taki liderler, ABD'nin ülkelerinde barışın sağlanmasına yardımcı olan binlerce askeri varken bile ABD'nin taleplerini görmezden gelmişlerdir.
Bugün Ukrayna'nın ABD'nin askeri tavsiyelerini sık sık göz ardı etmesinin ve Tayvanlı liderlerin ABD'nin baskılarına rağmen zaman zaman bağımsızlık ilan etmekle flört etmelerinin nedeni de budur. Aynı şey İsrail için de geçerlidir. Kendisini Gazze'de varoluşsal bir savaşın içinde gören ve başbakanı siyasi hayatta kalma mücadelesi veren İsrail'in Washington'a uyum sağlaması pek olası değil.
Ancak ABD'nin etkisi sınırlı olsa da var. Altı ay boyunca neredeyse hiç değişmeyen desteğin ardından, Biden yönetiminin İsrail'i herhalükarda gitmesi gereken yöne doğru kararlı bir şekilde itmesinin zamanı geldi. Dürüstlük dostların dostlara borçlu olduğu bir şeydir.
YDH