AKSA TUFANI BATILI HALKLARI DA ETKİSİ ALTINA ALDI (ANALİZ)

İnsanlık, egemen güçlerin kendi sultalarını ayakta tutmak için oluşturdukları ve yalanlara dayalı yapay algılar evreninin sarhoşluğundan kurtulup, hakikatler atmosferinde almaya başladığı nefesle kendine gelmekte, hakkın ta kendisi olan Allah'a teslim olma yolunda ilerlemektedir... 

Görüntülenme: 316 Tarih: 03 Aralık 2023 01:14
AKSA TUFANI BATILI HALKLARI DA ETKİSİ ALTINA ALDI (ANALİZ)

İsrail'in Gazze saldırılarıyla ortaya çıkan tablo, özellikle Batı'da birçok insanı Kuran'ı incelemeye itti. Bununla ilgili binlerce video var. Özellikle İsrail saldırıları ile birlikte meydana gelen yıkmı ve ölümler karşısnıda Gazzelilerin ortaya koyduğu duruş insanları sorgulamaya ityor. Bu konu ile ilgili olarak The Guardian kaynaklı bir haberin tercümesi de sitemizde yayınlandı. Haber, Amerikalı gençlerin Gazze'de yaşananlar sonrasında etkilenerek Kuran okumaları yapmaları ve bu okumalar ile ilgili yaşadıkları süreci konu ediniyor.

Bahsi geçen videolardan birinde bir Hristiyan kadının incelemekte olduğu Kuran'daki ayetler karşısında büyük bir şaşkınlıkla "aslında tüm hayatım boyunca Müslümanmışım" şeklindeki ifadesi bizlere de son dönemde yaşamakta olduklarımız üzerine düşünmemiz gerektiğini söylüyor.

7 Ekim 2023 tarihinde El Aksa Tufanı olarak adlandırılan Hamas'ın gerçekleştirdiği eylem sonrasında yaşananlar ve bunun dünyanın geneli üzerinde oluşturduğu etkinin boyutları hakkında şu an ne söylesek eksik kalacaktır. İleride bu noktada daha net tespitler yapabilmek mümkün olabilecektir belki ama şimdiden şu an yaşamakta olduğumuz şeylerin tam da esasa taalluk eden cinsten birtakım değişimleri tetiklediğini söyleyebiliriz.

Peki, esasa taalluk eden değişimlerin tetiklenmekte olduğunu neye dayanarak söylememiz mümkün olabilir? Bu sorunun cevabının verilebilmesi için önce dünya egemen güçlerinin şekillendirdiği algılar dünyası ile aslında olması gereken yani hakikate dayanan algılar dünyası arasındaki tenakuzu tespit etmemiz gerekiyor. Bu noktada daha önce yine sitemizde yayınlanın bir yazıdan alıntı yapalım:

“Allah Kuranı Kerim'de kendisini tanımlarken “…Allah hakikatin ta kendisidir…” (Hac 62, Lokman 30) diye ifade ediyor. Bu ayette geçen “hakikat”, bazı meallerde “gerçek”, bazı meallerde “hak” olarak verilmiş. Anlaşılan o ki Allah ile hak, hakikat, gerçeklik arasında böylesine esasa taalluk eden, doğrudan bir ilişki var. Böyle değerlendirildiğinde bu, yaşanan süreçlerin niteliğinin aslında neye tekabül ettiğini izah için önemli bir dayanak oluşturuyor. Zira gerçekten hakikatin, gerçeğin, hakkın mutlak bir bilincin yansıması olması gayet aklidir ve gayet mantıklıdır. Evet, böyle olmalı. Dünyada sıradan olayların hakikatinden tutun da bilimsel birtakım gerçekliklerin mutlak bir bilincin yansıması olmasından daha tabî, daha normal bir şey olamaz. O halde aslında olay biraz daha netleşmiş oluyor: Yani Allah-mutlak bilinç, Ondan yansıyanlar hakikatler, gerçeklikler ve tabi bu gerçekliklere, bu hakikatlere göre iş görmek de adaletin tecellisine sebep oluyor.

Bu tanımlama üzerinden hareket ederek olayı izah etme yolunu tutarsak şöyle bir denklem ile karşı karşıya kalıyoruz:

İslam yani Allah'ın dini, yani mutlak bilincin insanlığa yani kendisini bilmek üzere yaratmış olduğu varlığa ulaştırmış olduğu o din, “teslimiyet” kelimesi ile anlamlandırılırken “Müslüman” da “teslim olan” olarak tanımlanıyor. Peki, neye teslim olan? Gayet tabî olarak bu teslimiyet Allah'a teslim olmak anlamındadır. Bu durumda başa dönersek; Allah, hakkın, hakikatin, gerçeğin ta kendisi idi. O halde teslim olma eylemi aynı zamanda gerçeği kabul etmek, doğruya teslim olmak diye de tanımlanabilir. Yani o zaman İslam eşittir “teslimiyet” ise, teslim olmaksa, bu durumda İslam eşittir; insanın, doğruya, hakikate, gerçeğe –ve bunların esas alınmasıyla tecelli edecek adalete- teslim olması olarak tanımlanabilir.

Şimdi bütün bu tanımlamalardan yola çıkarak günümüzde yaşadığımız olayların yeniden –bir başka açıdan- tanımlanması mümkün. Günümüzde yaşadığımız öyle bir takım siyasi olaylarla karşı karşıyayız ki, bu olayların gerçeklikleri ile bu olaylar üzerinden kendi siyasi gündemini ilerleten güç sahiplerinin kamuoyuna yansıttıkları şey birbirinden çok farklıdır. Yani bu güç sahipleri, bu siyasiler ne yapıyorlar, bir işin hakikatini arkaya atıyorlar sonra buna dayanarak kendi siyasetlerini ayakta tutmaya çalışıyorlar. Çünkü kendi siyasetleriyle hakikatler, gerçeklikler, doğrular arasında birtakım çelişkiler var ve eğer kendi siyasetlerini geleceğe taşımak istiyorlarsa, kendi siyasetlerinin ikbalini temin etmek istiyorlarsa, o zaman hakikatleri insanların gözünden, insanların bilincinden, insanların idrakinden kaçırmalı, uzaklaştırmalı, arkaya atmalı ve böylece kendi siyasetlerini geleceğe taşıyabilmek için bir zemin oluşturmalılar. Yani hakikatin oluşturmuş olduğu zemini yok edip, kendi siyasetleri için lazım olan üzerinden yeni bir zemin inşa etmeleri gerekiyor.

Ulaştığımız bu noktada baştaki tanımlamalara tekrar geri dönersek karşı karşıya kaldığımız söz konusu durum aslında çok ağır bir yeni tanımlamayı gerektirebilir. Nedir o? Eğer gerçeklikle, hakikatle, doğru ile örülü olan ve Allah'a ait olan o zemin bir kenara itiliyor ve siyasilerin kendi siyasetlerinin ikbalini temin için bu hakikatlerden uzak yeni bir zemin oluşturuluyorsa o zaman bu güç sahipleri ister Müslüman kökenli olsun ister gayrimüslim kökenli olsun netice itibarıyla bunların yaptıkları iş aynı, yani gerçekliğe savaş ilan etmek dolayısıyla şöyle de söylenebilir, gerçekliği kabul etmeyip teslim olmamak, yani bu durumda başta İslam ile ilgili yapılan tanımlamaya karşı ters bir durumdan bahsediyoruz: teslim olmama hali yani İslam olmama hali, yani Müslüman olmama hali.. (Burada kavramların zahir anlamları üzerinden hareketle bir denklem kurulmaya çalışılıyor ve kimsenin tekfir edilmesi gibi bir şey söz konusu değildir. Esas olan bir kimsenin kendisini nasıl tanımladığıdır. Kendisini Müslüman olarak tanımlayana bir başkasının bir başka tanımlama getirmeye hakkı yoktur.)

Şimdi olayı böyle değerlendirdiğimiz zaman karşımıza çıkan şey nedir? Nasıl anlamalıyız? Bugün dünyada kavgası verilen şey nedir? Aslında birçok siyasinin, hegemonya sahiplerinin yapmış olduğu şey kendi gerçekliğe muhalif zeminini oluşturup kendi siyasetini o zemin üzerinden geleceğe taşımaktır. Buna günümüzde “algı yönetimi” de deniyor.”

 

Yaptığımız bu alıntı ile dünaydaki egemen güçlerin kendi çıkarlarını temine dayalı siyasetlerinin geleceğini sağlayabilmek için oluşturdukları hakikate aykırı algı dünyası ile gündemi hakikatlerden oluşan gerçek algı dünyası arasındaki çatışmanın teorik zeminini oluşturmaya çalıştık.

Buna göre ömrü boyunca tüm yaşananların, olayların gerçekliğinin peşine düşmüş insanların aslında hakikate (“Allah hakikaten ta kendisi” olduğuna göre aslında Allah'a) teslim olma endişesi ile iş gördüğünü buna karşın Allah'tan gayri hakim güçlerin oluşturdukları yapay gündeme teslim olanların ise bir gaflet sarhoşluğu içerisinde yaşayıp gitmekte olduğunu söyleyebiliriz.

***

Diğer bir pencereden olaya baktığımızda insanlığın hakikatlerden koparılıp egemen güçlerin algı dünyasına hapsedilmesi meselesi, bir din mensupları veya dinlerin oluşturduğu medeniyetler arası bir mücadelenin neticesi olarak ortaya çıkmış sonuç değildir. Burda aslında tüm din mensuplarının aslından koparılıp başka bir atmosfere bağımlı hale getirilmesi durumu söz konusudur. Yani, mesela Hristiyan dünya, hakimiyetini tesis etmek için dünyanın geri kalanını oluşturmuş olduğu algılardan müteşekkil dünyaya mahkum etmiş olması gibi bir durumla karşı karşıya değiliz. Aslında tam da meselnin canı buradadır. Zira hegemonya kuran yapı esasını tüm dinlerin aksine bencilliğin, sermaye sultasının oluşturduğu kapitalizmdir.

1900'lü yılların başlarında Londra sokaklarından alınan görüntüleri içerin bir video aslında kapitalizmin kurduğu hegemonyanın işaretlerini içermektedir. Bu videoda özellikle Batılı kadın aslında aynı tarihlerdeki mesela İstanbul sokaklarındaki kadından hiç de farklı gözükmüyor. Hatta neredeyse birbirlerinin aynı denebilir. Zira din (farklı dinler olsalar da) her iki toplumda da ortak bir kadın tiplemesi ortaya çıkarmış. Fakat günümüzde ise hem İstanbul'da ve hem de Londra'da yine birbirine benzer şekilde giyinen yeni bir kadın tipi söz konusudur. Bu yeni kadın tipini oluşturan ise din değil kapitalizmdir. Hatta bütün dünyada tesis etmiş olduğu hakimiyetle kadınlar neredeyse birbirinin aynı şekilde giyinmektedir. Bu örneklik aslında tahakküm tesisi üzerinden yapılan kavganın ve buna bağlı olarak oluşturulan yapay algı atmosferinin dinlere bağlı oluşan medeniyetlerin arasında yaşanan kavgadan değil, hatta tüm dinleri de egemenliği altına almak kastı ile kapitalizmin ortaya koyduğu temel yaklaşımın hayata yansıyan ugulamalarının oluşturduğu durumdan kaynaklandığı anlaşılıyor.

Kapitalizm doğası gereği bireyin kendi faydasını (menfaatini, çıkarını) temin etmeyi önermesi üzerinden tahakkümcüdür. Bu tahakkümü inşa edebilmesi, doğal olarak hakikatlere teslim olmaması aksine çıkarını temin edebilmek için hakikatlerle tenakuz oluştursa bile aslında gerçekliği olmayan ama gerçekmiş gibi algılanacak olgular icat etemesini gerektiriyor. İşte buradan yola çıkarak aslında Batı dediğimizde, bir Hristiyan dünya değil aksine Hristiyan dünyayı da tasallutu altına almış olan kapitalistleri, dalayısı ile kapitalizmi anlamamız gerekiyor.

İşte bu Batı'nın uzun yıllardır kurmuş olduğu hakimiyet artık günümüzde çatırdamaya başlamış, ömrünün sonuna doğru ilerlemektedir. 1979 İran İslam Devrimi ile ortaya çıkan itiraz evvela Batı'nın bu tasallutunu ortadan kaldırma adına esaslı bir süreç başlattı ve bu süreç kırk küsür yıldır bir takım önemli ivme noktaları ile birlikte hız kazanmakta ve nihayete doğru mesafe almaktadır.

Batı hegemonyasının uzun yıllardır algıyı yönetmesi ile oluşturmuş olduğu insanlardaki yazının başından beri anlatılmaya çalışılan gaflet sarhoşluğu perdesinin aslında epeydir yırtılmakta olduğu fakat özellikle 7 Ekim sonrasında Gazze'de yaşanan süreç ile birlikte bu perdenin tamamen paramparça olmaya doğru gittiği görülüyor.

Yazının girişinde örneği verilen videoda konuşan Batılı kadının “aslında tüm hayatım boyunca Müslümanmışım” ifadesi aslında tam da bu noktada yaşanmakta olanı öz bir şekilde ifade ediyor.

İnsanlık, egemen güçlerin kendi sultalarını ayakta tutmak için oluşturdukları ve yalanlara dayalı yapay algılar evreninin sarhoşluğundan kurtulup, hakikatler atmosferinde almaya başladığı nefesle kendine gelmekte, hakkın ta kendisi olan Allah'a teslim olma yolunda ilerlemektedir...

intizar.web.tr

Yorumlar