İsrail'in Haaretz gazetesinde Amos Harel imzasıyla yer bulan makalede, Siyonist rejimin Şam'daki İran konsolosluğunu hedef alan saldırısının sonuçları ve ABD yönetiminin yaşadığı huzursuzluk ele alındı.
Siyonist rejimin 'caydırıcılığının' erozyona uğradığına işaret edilen makalede şu ifadelere yer verildi:
"Dokuz gün içinde biri Şam'da, diğeri Gazze'de İsrail'e atfedilen iki hava saldırısı, Hamas'a karşı savaşın yedinci ayında İsrail'in kendisini içinde bulduğu stratejik karmaşanın ciddiyetini ortaya koyuyor.
Ekim ayında Lübnan'da Hizbullah ile sınırlı bir çatışmaya dönüşen Gazze Şeridi'ndeki savaş, şimdi ilk kez İsrail ile İran arasında doğrudan bir çatışmaya dönüşme tehdidi taşıyor.
1 Nisan'da İranlı General Muhammed Rıza Zahidi (Hasan Mehdevi olarak da biliniyor) Suriye'nin başkentindeki İran konsolosluğunun bitişiğindeki binada suikasta uğradı. Mehdevi, altı personeliyle birlikte öldürüldü.
İsrail uçakları, 10 Nisan Çarşamba günü Gazze'de, Hamas'ın Katar'da yaşayan siyasi büro şefi İsmail Haniye'nin üç oğlu ve üç torununu taşıyan bir araca saldırdı. Altı yolcunun tamamı öldürüldü.
İlk operasyon planlı bir eylem gibi görünüyor. İsrail, resmi olarak İranlı üst düzey isimlere dönük suikastların sorumluluğunu üstlenmiyor ama bu olayda bölgede Zahidi'yi ortadan kaldırmak isteyen başka birini görmek zor. İran Devrim Muhafızlarının Lübnan'daki Kudüs Gücü'nün komutanı olan generalin uzun süredir izlendiği ve bunun sonunda ortaya çıkan operasyonel fırsattan yararlanmaya karar verildiği tahmin edilebilir.
Bu tür bir eylem doğaçlama olamaz. Zahidi'nin üst düzey konumu göz önüne alındığında, bir saldırıya karar verme hususunda tüm yetkilendirme zincirinin gözetilmesi muhtemel. Buna karşılık güvenlik kabinesinin saldırının muhtemel sonuçlarını değerlendirmek üzere bir toplantı yapıp yapmadığı şüpheli.
İsrail, 7 Ekim katliamının üzerinden yarım yıldan fazla bir süre geçmesine rağmen, felaketin yol açtığı hasarın bir kısmını stratejik olarak dengeleyecek bir askeri zafer elde etmekte zorlanıyor ve 133 esirin (çoğu öldü) ailelerinin yaşadığı korkunç sıkıntıyı hafifletmeye hala yaklaşabilmiş değil.
Haniye kardeşlerin durumu ise özünde farklı. İsrail ordusu kaynakları, çarşamba günü üç kardeşin vuruldukları sırada Gazze'deki örgüt üyelerine para dağıtan tanınmış Hamas militanları olduğunu iddia etti. Bu saldırı, İsrail ordusu ve Şin Bet teşkilatının ortak operasyonuydu.
Ordu, saldırı yetkisinin, basit bir orta kademe subay olan Güney Komutanlığı'nın ateş merkezindeki bir albay tarafından verildiğini itiraf etmek zorunda kaldı. Güney Komutanlığının başı, İsrail Genelkurmay Başkanı, Şin Bet'in yöneticisi, savunma bakanı, başbakan; hiçbirinin operasyondan önceden haberi yoktu ve altlarındaki emir komuta zinciri, Hamas'ın bu kadar üst düzey bir figürünün altı yakın aile ferdini öldürmenin muhtemel sonuçlarını önceden belirtme zahmetine girmedi.
Bu iki saldırının ortak bir noktası var. Her ikisi de İsrail'in siyasi uyuşukluğunun arka planında denetimsiz bir hiperaktivite barındırıyor.
İsrail, 7 Ekim katliamının üzerinden yarım yıldan fazla bir süre geçmesine rağmen, felaketin yol açtığı hasarın bir kısmını stratejik olarak dengeleyecek bir askeri zafer elde etmekte zorlanıyor ve 133 esirin (çoğu öldü) ailelerinin yaşadığı korkunç sıkıntıyı hafifletmeye hala yaklaşabilmiş değil.
Bir nebzeye kadar, burada siyasi köpeği sallayan bir operasyon kuyruğu söz konusu. Şam'da İsrail'e atfedilen saldırıda, muhtemelen profesyoneller harekete geçmek için aşağıdan baskı uyguladılar; Gazze'de ise karar, yukarıdakilere haber bile verilmeden, orta kademe tarafından alındı.
Her iki vakada da eylemin tam olarak ne anlama geldiğinin yeterince düşünülmediği anlaşılıyor.
Son iki gündür yerel medya Haniye hadisesine odaklanıyor. Bu daha yeni bir hadise ve İsraillilerin aşina olduğu şahısları içeriyor. Haniye'nin Doha'da oğullarının ve torunlarının ölüm haberini aldığında yüzünün ifadesiz olması Hamas'ın İsrail'le savaşmaya devam etme kararlılığını gösteriyor.
Ancak pek çok insanın düşündüğü gibi bunun esirlerin serbest bırakılmasına yönelik anlaşmayı bozacağı riski var. Her halükarda, karar verecek iki kişi -Başbakan Benyamin Netanyahu ve Hamas'ın Gazze'deki lideri Yahya Sinvar- şu anda bir anlaşma için istekli değiller ve bir anlaşmaya varmak için acele etmiyorlar.
İran'ın hikayesi ise daha dramatik ve daha acil. Perşembe günü, Tahran'ın yakında kontrolden çıkabileceğine dair endişeler vardı.
Geçmişte üst düzey İranlılara yönelik bir dizi suikast İsrail'e atfedilmişti. 2020'de İran'ın nükleer projesinin direktörü Profesör Muhsin Fahrizade'nin öldürülmesi ve savaşın başlangıcında Şam'da öldürülen Devrim Muhafızlarından bir başka üst düzey isim de bunların arasındaydı.
Bu vakaların çoğunda İranlı sözcüler, bir karşılık verileceği tehdidinde bulunmuş, fakat bunun ardından İsrail'in yurt dışındaki hedeflerine yönelik nispeten küçük ölçekli saldırı teşebbüsleri olmuştu.
Bu kez Tahran kırmızı çizginin aşıldığını ve karşılık verileceğini açıkça belirtmek için büyük çaba sarf etti. İslam Cumhuriyeti'nin dini lideri Ali Hamaney alenen intikam tehdidinde bulundu. Görünüşe göre askeri bir karşılık için hazırlık tedbirleri de alındı.
İsrail'deki savaş teşkilatı da ABD gibi derhal alarm durumuna geçti. Geçen hafta hem savaş kabinesinde hem de güvenlik kabinesinde esirler konusunda yürütülen müzakerelerden çok İran'la yaşanan gerilim tartışıldı.
Bu hafta savunma kurumlarında ortaya atılan senaryolar öncelikle İran'ın askeri üslere ve stratejik altyapı tesislerine saldırması ihtimalini ele alıyordu.
Görünüşe göre İsrail'in Zahidi'yi öldürmek için gerekçeleri vardı. Suikasta kurban giden general, Hamaney ile Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah arasındaki ilişkinin kilit ismiydi. İran'ın Lübnanlı örgütle ilişkilerini koordine ediyor ve İranlıların vekillerine on binlerce füze, roket ve insansız hava aracı sağladığı tedarik zincirini yönetiyordu.
İsrail, Tahran'ın İsrail'e dönük kapsamlı saldırıları bir bedel ödemeden teşvik etmeye ve donatmaya devam edemeyeceği mesajını vermek istedi. Ancak geçmişte olduğu gibi İran'ın savaşın ortasında böylesine üst düzey bir ismin öldürülmesine farklı bir tepki vermeyeceği değerlendirmesine dayanan bir tür kavramsal atalet devreye girmiş gibi görünüyor.
İran'la ilgili temel istihbarat görüşü uzun zamandır Tahran'ın İsrail'le bölgedeki müttefikleri aracılığıyla savaşmayı uygun bulduğu ve Tahran'ın kendisini de içine çekecek ve kayıplara neden olacak genel bir bölgesel savaştan kaçınmak istediği yönündeydi. Fakat İran'dan gelen tehdit ve sızıntılara göre bu kez İsrail'e karşı doğrudan bir karşılık verilmesi düşünülüyor.
Asıl soru bunun yoğunluğunun ne olacağı ve tarafları savaş eşiğinin altında bırakacak hedeflerin seçilip seçilmeyeceği. Bu aynı zamanda İsrail'in savunma çabalarının başarısına da bağlı. Son birkaç gün içinde ABD Merkez Komutanlığının (CENTCOM) sistemleriyle savunma koordinasyonu önemli ölçüde sıkılaştırıldı.
Bu hafta savunma kurumlarında ortaya atılan senaryolar öncelikle İran'ın askeri üslere ve stratejik altyapı tesislerine saldırması ihtimalini ele alıyordu. Bu senaryolar muhtemelen yerleşim merkezlerine yapılacak bir saldırının savaş ilanıyla eşdeğer olacağı varsayımına dayanıyordu.
İran, Suudi Arabistan'daki (2019) ve Birleşik Arap Emirlikleri'ndeki (2021) petrol sahalarına insansız hava araçları ve seyir füzeleri ile odaklanmış ve etkili saldırılar başlatma kabiliyeti göstermişti.
Geçtiğimiz on yılda İran, 2020'de Irak'ta ABD tarafından öldürülen Kudüs Gücü Komutanı General Kasım Süleymani'nin vizyonunu da hayata geçirdi. Süleymani, İranlıların istedikleri zaman harekete geçirebilecekleri milislerden oluşan bir 'ateş çemberi' ile İsrail'e saldırmaktan söz ediyordu.
Bu fikir ilk olarak mevcut savaşta uygulandı. İran ve Rusya arasında, Kuzey Kore'nin yardımı ve biraz da Çin'in teşvikiyle oluşan bir tür küresel 'dışlanmışlar koalisyonunu' kapsayan daha geniş uluslararası süreçler de devam ediyor.
Ukrayna'daki savaş ve yakın zamanda Gazze'deki savaş sırasında Moskova ile Tahran arasında yürütülen yoğun silah ticareti, bu yakın ilişkilerin bir ispatı.
ABD Başkanı Joe Biden, çarşamba gecesi yaptığı açıklamada ülkesinin 'İsrail'in güvenliğine sarsılmaz bir bağlılığı' olduğunu söyledi. Biden'ın Gazze'deki savaş sırasında Netanyahu'nun davranışlarından duyduğu büyük hayal kırıklığına rağmen yaptığı bu açıklama önemli.
Biden'ın 10 Ekim'de yaptığı meşhur 'Yapmayın' konuşmasına benzeyen bu konuşma, güneydeki katliam ve Hizbullah'ın Celile'ye roket atarak savaşa katılmasının ardından İran'ı İsrail'e karşı mücadeleye girmekten caydırmıştı.
Biden'ın iki uçak gemisinin bir görev gücünün başında Akdeniz ve Kızıldeniz'e gönderilmesiyle desteklenen tehdidi amaçlanan etkiyi yarattı.
Bu kez durum daha karmaşık. Tahran'ın bakış açısına göre İsrail, taraflar arasındaki terör dengesini ihlal edecek şekilde saldırdı (İranlılar bombalanan binayı Şam'daki konsoloslukları, yani egemenlik alanları olarak tanımladıkları için daha da fazla). Hamaney'in açıklamaları da onları bir karşılık vermeye kilitliyor.
Sünni Arap ülkeleri ise tam tersine Orta Doğu'da bir yangına yol açacak ve petrol ihracatlarını tehlikeye atacak bir çatışmadan korkuyor. Şark'ul Avsat gazetesinin eski yayın yönetmeni olan Suudi gazeteci Tarık el-Humayyid, Riyad yönetimine yakın bir isim olarak biliniyor. Bu hafta kaleme aldığı bir makalede Hamenei'nin aldığı kararı, selefi Ayetullah Ruhullah Humeyni'nin 1988'de İran-Irak Savaşı'nı sona erdiren ateşkes anlaşmasıyla ilgili meşhur sözleriyle kıyasladı.
Humeyni, savaşı sona erdirme kararını 'zehirli kadehten içmek' olarak tanımlamış ancak koşullar göz önüne alındığında bunun kaçınılmaz olduğunu söylemişti. Humayid, İran'ın manevra yaparak karşılık vermesi gereken bir konuma geldiğini, ancak bunun 1979 İslam Devrimi'nden bu yana rejimin verdiği en zor karar olabileceğini yazdı.
Daha uzun vadede, İran ve müttefiklerine karşı caydırıcılığın zayıflamasıyla birlikte İsrail'in imajı da aşınabilir. Ayrıca Batı Şeria'da ciddi bir patlama, İsrail'in dışlanması ve Suudi Arabistan ile normalleşme anlaşması için tarihi bir fırsatın kaçırılması da söz konusu olabilir.
Bunun sonucunda İsrail ile doğrudan karşı karşıya gelinebileceği ve bölgesel bir savaş tehlikesinin ortaya çıkabileceği uyarısında bulundu. Nedense başka bir ihtimalden, yani savaşın, İran'ın nükleer projesine karşı bir İsrail ve hatta Amerikan hamlesini de içermesinden bahsetmiyor.
Hükümetin ertesi gün senaryolarını tartışmayı inatla reddetmesi karşısında, başkaları bu boşluğu doldurmaya çalışıyor. Tel Aviv merkezli Ulusal Güvenlik Çalışmaları Enstitüsü (INSS) savaşın sonunda nelerle karşılaşılacağına dair bir makale yayımladı. Makalede 'cesur kararlara' ihtiyaç duyulacağı belirtiliyor.
Eski Askeri İstihbarat şefi Tamir Hayman'ın başkanlığını yaptığı enstitüye göre 'Hamas'a karşı savaş bu aşamada beklendiği gibi azalıyor ve Refah'ta yapılacak bir saldırı bile bu eğilimi ciddi ölçüde değiştirmeyecek. Savaştaki bu ivme kaybı, cesaret kırılması, hayal kırıklığı ve hüsranla birlikte yorgunluğa yol açabilir.'
Makaleye göre İsrail, kuzeyde ve güneyde İsrail toplumunu zayıflatacak ve 'çevre yerleşimlerin yeniden inşasını' erteleyecek bir yıpratma savaşına sürüklenme tehlikesiyle karşı karşıya; şu ana kadar on binlerce İsrailli yerinden edildi.
Daha uzun vadede, İran ve müttefiklerine karşı caydırıcılığın zayıflamasıyla birlikte İsrail'in imajı da aşınabilir. Ayrıca Batı Şeria'da ciddi bir patlama, İsrail'in dışlanması ve Suudi Arabistan ile normalleşme anlaşması için tarihi bir fırsatın kaçırılması da söz konusu olabilir.
INSS, İsrail'in karşılık talep etmeye başlayabileceğini de ekliyor; şu anda karşılığında hiçbir şey almadan bir bedel ödüyor. Yazarlar normalde bu tür hamleleri tavsiye etmeyeceklerini ancak daha iyi bir alternatif olmadığını kabul ediyorlar.
Hayman ve meslektaşları, haklı olarak Gazze'deki kuvvetlerin geri çekilmesi ile Netanyahu'nun içi boş 'mutlak zafer' vaatleri arasında açık bir uyumsuzluk olduğunu belirtiyorlar. Savaşı sona erdirmek için gerçekçi hedefler çağrısında bulunuyorlar.
INSS, Gazze'de ateşkesi de içeren bir rehine anlaşması öneriyor ki bu anlaşmanın zaman açısından sınırsız olacağı tahmin ediliyor (yazarlar Hamas'ın bunu ihlal edebileceğinin farkında). ABD yönetimi gibi INSS de güneydeki ateşkesin Lübnan sınırında siyasi bir çözüme ulaşılması, Hizbullah'ın saldırı tehdidinin ve İsrail'e tanksavar füzeleri atmasının ortadan kaldırılması için kullanılması gerektiğine inanıyor.
Bu dönemde, İsrail toprakları da dahil olmak üzere Gazze'ye büyük miktarda insani yardım gönderilecek ve Filistin Yönetimi tarafından bir Arap ve uluslararası koalisyonun himayesinde dağıtılacaktır (elbette Hamas'ın engellemek için her şeyi yapacağı iddialı bir hedef).
Yazarlar, İsrail'in Mısır ve ABD ile yakın işbirliği içinde Refah'taki Selahaddin koridorunu hava geçirmez bir şekilde kapatmaya çalışması gerektiğini de ekliyor.
Bu fikirlerden en azından bazılarının askeri liderlerimiz tarafından tartışıldığını varsaymak yanlış olmaz. Hayman, esasında savaşın başından beri Savunma Bakanı Yoav Gallant'a danışmanlık yapan başka bir ekibin başındaydı.
Fakat iki ana engel ertesi gün senaryolarının ciddi bir şekilde ele alınmasını engelliyor. Birincisi, kurmayı seçtiği aşırı sağcı koalisyona kilitlenmiş olan Netanyahu'nun, kendisini siyasi olarak zayıflatacağı korkusuyla bu tür tartışmalardan kasıtlı olarak kaçınması. İkincisi ise İran'ın önümüzdeki günlerde vermeyi planladığı askeri karşılık. Uç bir senaryoda, böyle bir yanıt bölgeyi altüst edebilir ve İsrail'i bildiğimizden daha karmaşık yeni bir durumun içine itebilir."
YDH