ATASOY MÜFTÜOĞLU'NDAN KUDÜS GÜNÜ DEĞERLENDİRMESİ (RÖPORTAJ)

 

Görüntülenme: 674 Tarih: 23 Nisan 2022 06:43
ATASOY MÜFTÜOĞLU'NDAN KUDÜS GÜNÜ DEĞERLENDİRMESİ (RÖPORTAJ)

Mübarek Ramazan ayının son cuması olarak bilinen "Dünya Kudüs Günü" islami ülkelerdeki bazı insanların Filistin'in bağımsız olması isteğiyle toplu yürüyüşler yaptığı gündür.

İlk kez, İran İslam Cumhuriyeti Kurucusu İmam Humeyni, İsrail'in Güney Lübnan'a saldırısı ardından 1979 yılında bütün Müslümanların dikkatini rejimin zulmüne maruz kalan Filistin’e çekmek için Ramazan ayının son cuma gününü “Dünya Kudüs Günü” ilan etmiştir. 

O tarihten bu yana Ramazan ayının son cuması "Dünya Kudüs Günü" olarak duyarlı Müslümanlar tarafından, vazifelerini eda etmek için sokaklarda ve meydanlarda Filistin halkının yanında olduklarını göstermek amacıyla ve onların kanuni haklarını savunmak adına büyük yürüyüşler yapılıyor.

Üstad Atasoy Müftüoğlu Mehr Haber Ajansı muhabirine verdiği röportajda "Dünya Kudüs Günü"nün önemini değerlendirdi.

İşte Atasoy Müftüoğlu'nun verdiği yanıtlar:

1- Neden Kudüs Günü ve İslami olayların direniş alanında önemli değişikliklere neden olduğuna inanıyoruz?

Kudüs Günü münasebetiyle İslam dünyası toplumlarının ve kültürlerinin eleştirel sorgulanmalar yapması gerektiğini düşünüyorum. Kudüs Günü büyük ölçüde, toplumlarımızda sembolik bir gün olarak kutlanıyor. Kudüs günü kutlamalarının beklenilen ölçüde yankısının olmadığını görüyorum. Kudüs Gününün çok daha etkili, daha derinlikli, kuşatıcı, somut etkiler uyandırması için, önce İslam toplumlarının derin yapısal ve varoluşsal sorunlarla karşı karşıya bulunduğunu, bu sorunlarla acilen yüzleşmesi gerektiğini kaydetmek önemlidir. Aklı edilgen kılan bir gelenek, bu geleneği dokunulmaz kılan bir zihniyet, İslam toplumlarını düşüncesiz kılarak, kitleleri düşüncesiz bağlılıklara/bağımlılıklara/duygusallıklara mahkum etti. Bu durum, aklı edilgen kılan ahbarilik, İslam toplumlarında maalesef zihinsel/paradigmatik bir fosilleşmeye neden oldu. Sözünü ettiğim edilgenlik hayatın her alanında halen sürüyor. Bunu aşmak için, İslam toplumlarının/kültürlerinin hem içe doğru hem dışa doğru çok yönlü bir yüzleşme/hesaplaşma ve tarih felsefesi çözümlemesi yapması gerekiyor.

Dışa doğru hesaplaşma, modern tarih ilk kez İran İslam Devrimi yoluyla gerçekleştirildi. Ancak içe doğru hesaplaşmalar halen sistematik anlamda yapılabilmiş değildir. Müslüman zihnin ulus-devlet, milliyetçilik ve mezhepçilik gibi sınırlar içerisine hapsedildiği için, epistemik (kolonyalist bilgi) mutlakıyetçilik  ve seküler mutlakıyetçilik ne yazık ki aşılamıyor. Geçmişi kutsayan, geçmişe dokunulmazlık kazandıran gelenekçi zihniyet, özeleştiri yapmak istemiyor. Geçmişe yönelik eleştirel sorular sorulmadığı için de gerçek cevaplar alınamıyor.

İslami anlamda, dünyada  yapısal değişikliklerin olabilmesi için, entelektüel/zihinsel bir devrime ihtiyacımız olduğu açıktır. İslam dünyası toplumları/kültürleri maruz bırakıldıkları, epistemik saldırılara, seküler saldırılara, ulus-devlet saldırılarına halen cevap vermeyi başarabilmiş değil. Bu saldırılara cevap bağlamında, İran İslam Devrimi'nin açtığı ufuk, İslam toplumları tarafından ne yazık ki paylaşılmadı.

2- Siz de Kudüs Günü'nün uluslara rehberlik edecek değerli bir stratejik ve ideolojik paket olduğuna inanıyor musunuz?

Her şeyden önce, Kudüs Günü'nün, duygusal/sembolik bir çerçeveye hepsedilmemesi gerektigini söylemek isterim. Kudüs Günü’nun siyasal bir etkiye, misyona/vizyona sahip kılınması için, yapılması gereken pek çok çalışma var. Günümüzde İslam dünyası ülkeleri/toplumları ve kültürleri felç edici edilginlikler ve bilinçsizlikler içerisinde bir o yana, bir bu yana sürekli olarak savruluyor. İslam ülkeleri olarak tanımlanan ülkeler arasında uzlaşmaz karşıtlıklar var. Yine bu toplumlar arasında İslami anlamda iletişim/etkileşim yok. Bizim, zaman ve mekan ötesi bir bilinç temelinde bir Ümmet dayanışması gerçekleştirmemiz gerekir. Dar görüşlü ve dışlayıcı bağlılıklarla, etnik bencilliklerle, mezhepçi bencilliklerle, ulus-devlet bencillikleriyle ümmet dayanışması gerçekleştirilemez. Bugün, İslam toplumlarında halklar, sınırları hamaset ve popülizm tarafından çizilen, toplama kampları benzeri bir gerçeklik içerisinde yaşıyor. Her tür bencillik İslami yanımızı çölleştiriyor, dayanışmaları imkansız kılıyor.

Kudüs Günü, yeni başlangıçlar için, yeni etkinlikler, yeni ufuklar, yeni umutlar için çok anlamlı bir hareket noktası olabilir. Ancak, tarihsel, yapısal, varoluşsal sorunlarla, gerçeklerle, İslami anlamda yüzleşmeyi sevmeyen, bu sorunları aşmayı düşünmeyen, bu nedenle de romantik/nostaljik yanılsamalar biriktiren, kötürümleştirici bir geleneğimiz var. Gelenek/ahbarilik tarafından kötürüleştirilen toplumlar ve kültürler, hiç bir alanda dönüştürücü etki üretemezler, dışarıdan dayatılan etkilere açık hale gelirler. İslam toplumlarının, entelektüel/zihinsel/ahlaki bağımsızlık temelinde, devrimci bir entelektüel ortam/iklim/toplum oluşturmaları hayati bir konudur. İslami umutları gerçek kılmak için, İslami bütünü ve bütünlük bilincini somutlaştırmak üzere, Müslümanların milliyet/mezhep asabiyetlerinden feragat etmeleri beklenir. Bu asabiyetleri terk etmediğimiz takdirde umuta hak kazanamayız. Umutun sorumluluğunu üstlenebilmek için,statükolari aşma cesareti gösterilebilmelidir.

3- Siyonist Rejim’le ilişkilerin normalleşmesinin siyasi ve ekonomik hedefler doğrultusunda hızlanmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sömürgeci tarih, Avro-Amerikan merkezli emperyal tarih önce halkların bilincini sömürgeleştirdi. Bu bilincin direniş/muhalefet/isyan üretmesine mani oldu. Sömürgeci, tarihin felsefesini yapma hakkını/tekelini halen elinde tutuyor ve bu tarihi, bu irkçı/ideolojik tarihi, evrenselleştirebiliyor. Sömürgeci tarih, Batı dışı halkları, özellikle de Müslüman halkları, tarih dışı sayıyor. Sömurgeci tarihin koyduğu mutlakiyetçi sınırlar, modern dönemde, yalnızca İran İslam devrimi ile aşılarak, geçersiz kalinde. Avro Amerikan sömürgeci tarih, kendisini dunya tarihin merkezinde görmeye devam ediyor. Siyonist Rejim’de bugün, sözünü ettiğimiz bu tarihin bir parçası haline gelmiştir. İsrail modern/seküler/liberal/kapitalist dünya görüşüne/hayat tarzina dahil edilmiştir. Dolayısıyla, Siyonist Rejim, dünya düzeninin vazgeçilmez bir parçası haline gelmiştir. Sömürgeci tarih, sömürgeci gerçeklik karşısında yeni bir tarih ve yeni bir gerçeklik düzeni oluşturmamız gerekirken, İslam tarihi, milliyet ve mezhep parçalarına bölünmüş bulunuyor. Türk'ler, İslam tarihini/Osmanlı Tarihini türklaştirmeye çalışırken, Araplar Araplaştırmaya, Farslar Farslaştırmaya çalışıyor. Bu tablodan bir gelecek çıkmayacağını bilmemiz anlamamız gerekiyor. Siyonist Rejim karşısında etkili olabilmek için, caydırıcı olabilmek için, siyasal bağımsızluğa, siyasal bilince, siyasal tutarlılığa, ilkesel siyasete ihtiyacımız var. İslam dünyası ülkeleri henüz bağımsızlıklarını tamamlayamadıkları için, bağımsız siyaset üretme yetenekleri yok. Toplumların bir bütün olarak varoluşlarını belirleyen şey siyasallıktır. İslamın ve Müslümanların bağımsız gelecekleri için, her şeyden önce, epistemik anlada tabi kılınmış toplumların ve kültürlerin özgürleştirilmesi gerekiyor. İslami bilgiyi özgürleştirmeden, İslami dünya görügünü Kudüs dünya Müslümanlığı özgürleştiğinde özgürlegecek. Bunun için, bütün İslam ülkeleri aydınlarının, auzünürlerinin, alimlerinin, filozoflarının radikal çözümler ve inşalar için bir araya gelmeleri gerekiri.

4- Kudüs ve Filistin'in Arap devletlerinin dış politikasındaki yeri nasıldır ve nasıl olması gerekir?

Realpolitik insani/ahlaki/vicdani ilişkilere hayat hakkı tanımıyor. Her hangi bir ülkeyi realpolitik yapmaya zorlayan bir dünyada, hiç bir iyi şey yapılamaz. Barbarlığın küreselleştiği bir dünyada, Müslüman halklar varoluşsal güvenlikten yoksun oldukları gibi, varoluşsal tehditler altında yaşıyor. Başta Arap devletleri olmak üzere, İslam ülkeleri Filistin ve Kudüs'e kesinlikle siyasal yardımda bulunamıyor. Siyasal yardımda bulunabilmeleri için, bu ülkelerin siyasal bağımsızlığa, siyasal iradeye, siyasal belirleyiciliğe sahip olmaları gerekir. Arap ülkeleri, Filistin ve Kudüs konusunda zaman zaman maddi yardımlarda bulunuyor, duygusal yardımlarda bulunuyor, ancak, hiç bir şekilde siyasal yardımda bulunamıyor. Varoluşlarını emperyalistlerin himayesi altında sürdürebilen ülkelerin Filistin ve Kudüs için siyasal yardımda bulunmaları mümkün değil. Bütün bunların yanında, Arap ülkeleri, diğer İslam ülkeleri, politik mülahazalarla her zaman Filistin ve Kudüs sorununu araçsallaştırmaya devam edebiliyor.

5- İslami ve Arap örgütleri Kudüs’ün önemini açıklamada nasıl bir rol üstlenmektedir?

Dini ya da politik popülizm uyuşturucularına maruz bırakılan toplumların özgürlüklerinden söz edilemez. Bu tür bağımlılıklar, ilgili toplumların siyasal bilinci olmayan toplumlar olduğuna işaret eder. Dini ve politik popülizm uyuşturucularına maruz kalan toplumlar, İslamı, ancak folklorik/sembolik anlamda temsil edebiliyor. Emperyalistler/ sömürgeciler tarafından sistematik bir biçimde kontrol altında tutulan, vesayet altına alınan yapılar, istedikleri doğrultuda hareket edemezler. İçerisinde bulunduğumuz dönemde, Hizbullah ve Hamas bağımsızlık bilinci temelinde siyasetler üretiyor. Dünya Müslümanlığının Kudüs konusunda hamaseti bir yana bırakararak, bütün insanlığın dikkatini Kudüs sorununa çekebilecek çok yönlü çalışmalar yapması gerekiyor. Bu konuda bilinçli bir farkındalık oluşturarak, toplumların bilincine ve kalbine ulaşabileceğimiz yogun entelektuel çabalara ihtiyacımız olduğu açıktır. Ancak, bilinçli bir farkındalıkla unuda ve özgürlüğe giden yollar açılabilir.

6- Siyonist Rejim’in Kudüs’ün Yahudileştirilmesi, yerleşim bölgeleri ve turistik yerleşmilerin inşa etmesinden amacı nedir?

Hamasetin gerçeğe yabancılaştırdığının bilincinde olmamız ve gerçeğin bütün boyutlarıyla farkına varmamız gerekiyor. Siyonist Rejim, dünya düzeninin himayesi altında bulunduğu için, Kudüs’teki işgali tahkim etmek, kalıcı kılmak ve Kudüs'ü her alanda ve anlamda ilhak etmek istiyor.

Bu konuda islam ailesinin her alanda ve anlamda parçalanmış olmasından, paramparça olmasından yararlanıyor. Bu konuda, İslam ülkeleri yöneticileri, ulus-devlet'ler etkili olmayabilir, ancak, her ülkeden, kendisini İslama ve Ümmete nisbet eden aydınlar, düşünürler, entelektüeller, filozoflar, dünya ölçeğinde etkili olabilecek, yankısı olabilecek bir dil, söylem/kültür, etkinlik üretebilirler.

Hiç bir iktidar/otorite, kültürel, entelektüel, felsefi niteliklere kayıtsız kalamaz. Bu konuda, Müslüman aydınların, düşünürlerin şu anda yapıp ettiklerini dikkate aldığımizda, bizleri daha zorlu bir gelecegin beklediğini söylemek kehanet olmayacaktır. Hemen yapılması gereken bencillikleri, kabilecilikleri, milliyetçilikleri ve mezhepçilikleri aşarak, islami ortak aidiyet bilincini güçlendirmek olmalıdır.

Mehrnews

Yorumlar