YDH'nin haberine göre, son kararla birlikte, Ürdün’ün terörle mücadele yasalarını direniş destekçilerini cezalandırmak amacıyla kullandığına dair eleştiriler yoğunlaştı. Ulusal ve uluslararası hukuk normlarına aykırılık iddiaları ise insan hakları savunucularının tepkisine neden oldu.
Kararın ardından açıklamalarda bulunan savunma avukatları, verilen cezaları ağır bularak, müvekkillerinin yalnızca Filistin direnişine destek amacıyla hareket ettiklerini ve Ürdün’ün güvenliğine doğrudan bir tehdit oluşturmadıklarını vurguladı. Sanıkların eylemlerinin, devlet topraklarında gerçekleştirilmiş herhangi bir saldırıya veya şiddet eylemine dayanmadığına dikkat çekildi.
Bu davadan kısa süre önce, Ürdün güvenlik güçleri, Müslüman Kardeşler’e bağlı oldukları iddia edilen 16 kişiyi roket üretimi ve patlayıcı madde temini şüphesiyle gözaltına aldı. Hükümet Sözcüsü Muhammed el-Mumeni, bazı tutukluların yurt dışında roket yapımı üzerine eğitim aldığını ve bu kişilerin krallığın güvenliğine yönelik ciddi bir tehdit oluşturduğunu dile getirdi.
Soruşturma kaynakları, gözaltına alınan grubun Batı Şeria’daki gözetim koşullarını aşmak için direniş gruplarıyla koordinasyon içinde çalıştığını ve bölgede torna tezgâhı gibi araçların kaçırılmasının imkânsızlığı nedeniyle alternatif yöntemler geliştirdiğini aktardı.
Ürdün Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin bu yöndeki kararları yeni değil. 2007’den bu yana işgale karşı direniş niyetiyle veya planıyla ilişkilendirilen 13 farklı davada, 37’den fazla kişiye bir yıldan müebbete kadar değişen hapis cezaları verildi. Bu kişilerden dördü hâlâ Ürdün cezaevlerinde tutuklu bulunurken, İsrail hapishanelerinde bulunan üç mahkum hakkında ise gıyabi hükümler verildi. Ürdün'deki bu cezaların, İsrail askeri mahkemelerinin kararlarından daha ağır olması dikkat çekiyor.
Direnişi Destekleme ve Vatanı Koruma Ulusal Forumu tarafından yayımlanan ve “Ürdün Mevzuatında ve Yargı Kararlarında Direnişin Suç Sayılması” başlığını taşıyan bilgi notunda, Ürdün yargısının Filistin direnişine verilen desteği terör kapsamına alarak cezalandırdığı örneklerin arttığına dikkat çekildi. Raporda, bu uygulamaların uluslararası ve Arap sözleşmeleriyle çeliştiği ve kullanılan yasal metinlerin muğlak hükümler içerdiği belirtildi.
Söz konusu rapor, 2007’den itibaren toplam 37 Ürdün vatandaşının Filistin direnişine destek verdikleri gerekçesiyle hüküm giydiğini ve bunlardan üçünün kısa süre önce silah kaçakçılığı suçlamasıyla yeniden mahkemeye çıkarıldığını ortaya koyuyor. Mahkemenin verdiği cezalar, çoğunlukla 15 farklı yasal maddeye dayanıyor ve bunların 12’si doğrudan “terörle mücadele” başlığı altında sınıflandırılıyor.
Oysa Ürdün’ün taraf olduğu Arap Terörle Mücadele Sözleşmesi ve İslam İşbirliği Teşkilatı Antlaşması, işgale karşı yürütülen mücadeleleri terör kapsamı dışında tutuyor. Buna rağmen, yerel mahkemeler bu tür eylemleri terör suçları arasında değerlendiriyor.
Rapora göre, kullanılan yasal çerçeve esas olarak 2006 tarihli Terörle Mücadele Kanunu, Ceza Kanunu ve Silah ve Mühimmat Kanunu'na dayanıyor. Bu yasalar, suçun somut unsurlarını tanımlamak yerine bireylerin niyetlerini ve motivasyonlarını cezalandırma yolu açıyor. Bu da yalnızca direniş fikrini ifade eden ya da destekleyen bireylerin bile yargılanmasına olanak tanıyor.
Ürdün’de 2014 yılında Temsilciler Meclisi, direnişe destek veren eylemleri hukuken suç kapsamından çıkaracak bir düzenlemeyi yasalaştırmaya çalıştı. Ancak Ayan Meclisi’nin (Senato) söz konusu maddeyi reddetmesiyle bu çaba sonuçsuz kaldı ve direnişe destek eylemleri, ülke sınırları dışında gerçekleşse dahi cezalandırılabilir hâle geldi.
Geçmişte, 1964 tarihli Silahlı Kuvvetler Kanunu uyarınca direniş hareketleriyle koordinasyon, Yüksek Savunma Konseyi’nin yetkileri arasında sayılırken, günümüzde bağış toplamak, silah ulaştırmak ya da direnişi teşvik eden videolar paylaşmak gibi eylemler doğrudan terör suçu kapsamında değerlendiriliyor. Bu gelişmeler, Ürdün’ün direnişle ilişkili yasal pozisyonunun giderek daha sertleştiğini ve ulusal güvenlik gerekçesiyle bireysel özgürlüklerin sınırlandığını gözler önüne seriyor.
Bu tablo, Filistin direnişine destek verenlerin giderek artan oranda kriminalize edildiği ve hukuki koruma alanının daraldığı bir döneme işaret ediyor.