FİLİSTİN DAVASINA BÜYÜK DESTEK VEREN ÜNLÜ İSLAM ALİMİ KAŞİF-UL GITA'YI TANIYALIM (BİYOGRAFİ)

 

Görüntülenme: 3519 Tarih: 03 Mayıs 2020 22:02
FİLİSTİN DAVASINA BÜYÜK DESTEK VEREN ÜNLÜ İSLAM ALİMİ KAŞİF-UL GITA'YI TANIYALIM (BİYOGRAFİ)

Şeriatın Savunucusu

İlahi Dinlerde İnsanların Birliği

   Emperyalizm sürekli ilahi dinleri birbirine kırdır­maya çalışmıştır. Kâşif-ul Ğita özellikle İslam olmak üzere semavi dinlerin mesajını dünyaya tanıtma gayreti içerisin­deydi. Bundan dolayı 1910’da ‘Din ve İslam’ kitabını ka­leme aldı ve dört cilt olarak yayımlamayı düşündüğü kita­bın ilk cildini 1911’de Bağdat’ta neşretti. Kitabın diğer ciltleri Lugat-ul Arap dergisinin Müdürü olan Enactas Kremli’nin kitabı kötülemesi sonucu yayımlanmadı. Hatta Bağdat Hâkimi Nizam Paşa kitabın ilk cildinin toplatılması emrini verdi. O bu kitabın bir bölümünde ilahi dinler hak­kında şunları kaleme almıştı: “Beşer hiçbir zaman dinden yoksun kalmamış ve kendilerine Peygamber gönderilme­yen hiçbir kavim olmamıştır. Tüm dinler birbirinin ta­mamlayıcısıdır ve hepsinin çıkış noktası tektir.  İslam da insanlara en iyi programı sunan semavi bir dindir.

   Ne yazık ki semavi dinlerin takipçilerinin farklı be­denlerde tek ruh olarak birleşmeleri gerekirken tefrika içine girmekte ve birbirlerine düşmanlık etmektedirler.”

Tefrikayı Önleme Çabaları

   Corci Zeydan ‘Tarihi Adab el-Luğatul Arabiye’ adlı kitabında Şia’yı küçük bir taife olarak nitelemekte, elle tutulur bir kaynaklarının bulunmadığını ve şuanda dünyada hiç bir Şii mezhebi taraftarının olmadığını yazmaktadır.

   Müslümanlar arasında tefrika oluşturma çabaları Corci Zeydan'ı üç Şii âlimin cevabıyla karşı karşıya getirdi. Allame Seyyid Hasan Sadr ‘Tesisül Şia li Ulumul İslami’ adlı eseri aleme alarak Şia’nın İslami ilimlerin gelişmesin­deki rolünü ele aldı. Allame Şeyh Ağa Bozorge Tahrani de kaleme almış olduğu 29 ciltlik ‘El-Zürriye İla Tesaniful Şia’ adlı eseriyle Şii âlimlerin yazmış olduğu ellibin eseri tanıttı. Kâşif-ul Ğita ise ‘Tarihi Adab el-Luğatül Arabiye’ adlı kitaba bir eleştiri yazdı.

   Kaşif-ul Ğita bu eserinde Arap dili ve Edebiyatı tarihi alanında Corci Zeydan'ı takdir etmekle beraber onun düş­müş olduğu hataları da beyan etmişti. Kaşif-ul Ğita’nın bu eleştirisi Arjantin’de de yayımlanmıştır.

Birlik Gezileri

   Necef İslami İlimler Havzasının genç fakihi Kaşif-ul Ğita devamlı Ehl-i Sünnet âlimleriyle irtibat halinde ol­maya çalışıyor, Şii ve Sünni toplumların birleşmesi için çabalıyor ve derslerinde, konuşmalarında ve yazılarında daima birliğe değiniyordu. Kaşif-ul Ğita ailesinin genç müçtehidi 1911‘de Hac farizasını yerine getirmek üzere Arabistan’a gitti. Hac görevini yerine getirdikten sonra orada bulunan Sünni âlimlerle görüşerek onları birliğe da­vet etti. Hac seyahatiyle ilgili ‘Nezehetül Semere ve Nihzetül Sefere’ adlı bir de kitap yazdı. Oradan Suriye’nin Dimeşk şehrine giderek Hz. Zeynep ve Hz. Rukiyye’nin kabirlerini ziyaret etti. Aynı zamanda Dimeşk’te bulunan Sünni ulemayla da görüşen Kaşif-ul Ğita İslam dünyasının sorunlarına değinerek Müslümanların birleşmesinin gerek­liliğini dile getirdi. Daha sonra Beyrut’a geçen Kâşif-ul Ğita burada iki ay kaldı ve buradaki ulemayla da görüştü. Suriye ve Lübnan’da bulunduğu süre içerisinde aynı za­manda halka ve ulemaya yönelik konuşmalar da yaptı. 

   Kâşif-ul Ğita ‘el-Din ve el-İslam’ adlı kitabının ikinci, üçüncü ve dördüncü ciltlerini Lübnan’da yayımla­mayı başardı. İran’da da kitabın 1 ve 2. ciltleri neşredildi. O, ilmi hedefleri doğrultusunda çalışmalarına devam edi­yor ve Arap dünyasının yazarlarıyla sohbetlerde bulunu­yordu. Kâşif-ul Ğita bu yazarların kaleme aldığı edebi ki­taplarda onlara yardım ederek konuyla ilgili kendi görü­şünü de belirtiyordu. Söz konusu yazarlar kitaplarının mu­kaddime kısmında onun görüşlerine de yer vermişlerdir.

   Kaşif-ul Ğita, Curcani’nin eseri olan ‘Vusate’, ‘Se­heri Babil’, ‘Muallimul Kitap’, ‘ Meğanimul Esabe’ ve ‘ Seyyid Habibu Divanı’ gibi çok zor bulunan eserlere şerh düşmüş ve bunların baskı kontrolünü de kendisi yapmıştı.

   Kâşif-ul Ğita Lübnan’da bulunduğu süre içerisinde ‘el-Ayan el-Arab’ adlı kitabın yazarı olan Allame Seyyid Muhsin Emin ile görüşmüştü. Seyyid Emin bu kitabında binlerce Şii ulemayı tanıtmıştı. Kaşif-ul Ğita Lübnanlı Hristiyan filozof Emin Reyhanî'nin yazmış olduğu ‘Mulukul Arap’ adlı kitaba eleştiri yazmış ve bu eleştirisi el-Necef dergisinde yayımlanmıştı. Aynı zamanda Lüb­nan’da Reyhanî ile de görüşmüştü.

   Kâşif-ul Ğita ve Reyhanî, ilmi tartışmalarına daha sonraları mektuplar aracılığıyla devam ettiler. Kâşif-ul Ğita sonradan Reyhanî ile aralarında geçen tartışmaları kitap­laştırmış ve 2 cilt halinde  ‘el-Nukut ve el-Redud’ adı al­tında 1913’te Beyrut’ta yayımlamıştır. Bu kitap daha son­raki yıllarda Arjantin’de iki kez yayınlandı.

   Kaşif-ul Ğita, Suriyeli yazar Cemaleddin Kasımi’nin yazmış olduğu ‘Mizan-ül Cerh ve el-Tadil’ adlı makaleye ‘Ayn-ül Mizan’ unvanıyla bir eleştiri yazmış ve eleştirisi el-Menar dergisi’nin onbirinci sayısında yayınlanmış, 1368’de de Necef’te yayınlanmıştır. ‘el-Muraciet-ül Rey­hanîye’ adıyla tanınan ‘el-Nukut ve el-Redud’ kitabının ikinci cildinde, bir keşiş ve Luğat-ul Arabî dergisi’nin Mü­dürü olan Enactas Kremli’nin yazılarına da eleştiri yaz­mıştı.

    Kaşif-ul Ğita Seyda’ya giderek üç ay boyunca burada kaldı ve Şeyh Selim Beşiri ve Hakani Müftüsü Şeyh Mu­hammed Neciyyet Muti’i gibi âlimlerle görüştü.

   Lübnan’da evlendikten bir müddet sonra Mısır’a ge­çen Kâşif-ul Ğita Ezher Şeyhlerinin daveti üzerine Ezher Üniversitesi’nde bir konuşma yaptı. Ezher öğrencileri onun kendilerine fıkıh ve belagat dersleri vermesini istiyorlardı. O öğrencilerin bu isteğini kabul etmiş ve onlara ders ver­mişti. Mısır’ın o dönemlerdeki Şer’i hâkimi olan Üstat Ahmed Mahmut Şakir de onun derslerine katılanlar arasın­daydı. Kâşif-ul Ğita ikindi vakitleri Ra’sel Hüseyin Mesci­dinde fıkıh dersleri, Ezher Üniversitesi’nde ise akşam ve yatsı namazları arasında Kur’an dersleri veriyordu.

   Kaşif-ul Ğita tüm seyahatlerinde gittiği yerlerdeki ulemayla daima görüşür ve onlara birliğin gerekliliğini anlatırdı. Şii ve Sünni âlimlerle de görüşerek onlarla ilmi konular üzerinde konuşurdu. Mısır’da Kiliseye giderek İslam akidesini anlatıyor, Mesih adına Kilise tarafından yaygınlaştırılan hurafeleri yalanlıyordu. Onun bu konuş­maları buna tahammülü olmayan bazı kesimleri rahatsız etmiş ve onun dövülerek Kiliseden dışarı çıkarılmasına neden olmuştu.

   Hristiyanlık hakkındaki görüşlerini ‘Tevzih fi Beyan Ma Huve el-İncil ve Men Huve el-Mesih’ adlı kitapta ka­leme almış ve Hz. İsa ve Hristiyanlığa nispet verilen hura­feleri reddetmişti. Adı geçen kitabın ilk cildi 1913’te Seyda’da ikinci cildi ise 1938’de Bağdat’ta neşredilmişti.

Bu kitap Üstat Seyyid Hadi Hüsrevşahi tarafından Farsça’ya tercüme edilmiş ve 1950’de Meşhed’de neşre­dilmiştir. Hüsrevşahi, kitabın ikinci cildini de Farsça’ya tercüme etmiş ve 1964’te Tebriz’de yayınlamıştır. Müter­cim aynı yıl kitabın tümünün tercümesini tamamlayıp, ‘Tevzih Derbarei İncil ve Mesihiyet’ adı altında Kum şeh­rinde yayınlamıştır. Bu eser 1974’te üçüncü baskısını yapmıştır. 

    1913 yılının Sefer ayının sonları Mısır’dan Irak’a gitme kararı alan Kaşif-ul Ğita, Müftü Şeyh Muhammed Neciyyet’in ondan gidiş tarihini ertelemesi ve Peygam­ber’in doğum yıl dönümü münasebetiyle düzenlenecek etkinliklere katılmasını istemesi üzerine bir müddet daha burada kalmıştır.

    Kaşif-ul Ğita’nın üç yıl süren gezileri, 1914’te Bi­rinci dünya savaşının başlamasıyla son buldu.

İngiltere Irak’ın birçok bölgesini işgal etmişti. Kaşif-ul Ğita Irak’a geri döndükten sonra İngilizlere karşı ülke­sini savunmak için savaşa katıldı. O dönem birçok müçte­hit cihat fetvası yayımlamış, medrese hoca ve öğrencileri dersleri bırakarak düşmanla savaşmak üzere cepheye git­mişlerdi. Kaşif-ul Ğita da ‘Kevt’ bölgesinde savaşa katıla­rak ülkesini korumaya çalışmıştı.

Öğrenci Yetiştirme

   Bir asırlık tarihi geçmişe sahip olan Mütemid Medre­sesi’nin idaresi yıllar boyu Kaşif-ul Ğita ailesini elindeydi. Bu medrese Kaşif-ul Ğita’nın yaşadığı Ammara mahalle­sinde bulunuyordu ve Birinci Dünya Savaşı esnasında ha­rabeye dönmüştü.  Kaşif-ul Ğita yaklaşık 35 yıl bu şekilde kalan ve bir tek odasının bile sağlam kalmadığı medreseyi, restore ettirerek tekrar faaliyete geçirmiştir. İlk etapta altı sınıfla derslere başlanmış ve zamanla burada öğrenim gö­ren talebe sayısı üçyüze ulaşmıştı. Bu medresede öğrenim gören talebelerin çoğunluğunu İranlı, Afganistanlı, Hin­distanlı ve Tibet’li öğrenciler oluşturmaktaydı. Medresede ders veren hocaların sabit maaşları vardı ve öğrencilere de burs verilmekteydi. Talebeler her yıl hukukçular, müfet­tişler ve hocaların bulunduğu bir heyet tarafından sınava tabii tutulur ve kendilerine belge veri­lirdi.

   Medrese kütüphanesi Necef’in en büyük kütüphane­siydi ve piyasada bulunamayan birçok el yazması kitap burada mevcuttu.

   Kâşif-ul Ğita her gün medreseye giderek öğrencilerle ilgili işleri teftiş ederdi. Arap dünyasının önde düşünürleri ve Mısır’ın siyasi çehreleri ile birçok kez bu medresede görüşmüştü. Ayetullah-ul Uzma Seyyid Muhsin Hâkim, Ayetullah Kazi Tabatabai ve Muhammed Cevad Muğniye talebe yetiştirme yolunda büyük bir azim göstermiş olan Kâşif-ul Ğita’nın öğrencileriydiler. O, öğrencilerin ilim tahsiline devam edebilmeleri için askerlikten muaf tutul­malarını sağlamayı da başarmıştı.

Şüphelere Cevap

   Kaşif-ul Ğita, İmam Hüseyin için düzenlenen matem merasiminin felsefesini açıklamak, Vehhabilerin Peygam­ber ve imamların kabirlerini ziyaretle ilgili görüşlerini, materyalist felsefeyi ve sapık bir fırka olan Bahailiği red içerikli ‘el-Ayet el-Beyanet’ adlı kitabı kaleme aldı. Bu kitap 1927 yılında neşredildi.

O bu kitabının bir pasajında şöyle demektedir: “Vehhabiler, Peygamber ve imamların kabirlerini ziyaret ve onlara tevessül etmeyi şirk olarak kabul ettiklerinden Şiileri Müslüman bilmemektedirler.

   Buna rağmen Şafii mezhebi âlimlerinin kabirleri Mı­sır’da, Hanefi mezhebi âlimlerinin kabirleri Irak’ta ve Vehhabilerin fıkhi konularda kendisine bağlı olduğu Ahmed b. Hanbel’in kabri Bağdat’ta olup bunlar yıkılıp harap edilmemiştir.

   Yahudiler, Hıristiyanlar, Zerdüştler ve Budistler ön­derlerinin adını yaşatmak için anıtlar dikmektedirler.

Peygamber “Kim benim kabrimi ziyaret ederse ona ahiret günü şefaat edeceğim” demiştir. Bu durumda nasıl olur da Peygamber’in kabrini ziyaret etmeyi şirk olarak nitelersiniz?! Bu konuda Sünni âlimlerin de Peygam­ber’den naklettiği birçok hadis vardır ve bu hadislerde Peygamber’in kabrinin ziyaret edilmesi caiz görülmekte­dir.

   Vehhabiler sigara ve kahve içmeyi, fotoğraf çekmeyi haram olarak görmekte, Allah’ın elinin ve gözünün oldu­ğunu söylemektedirler.

Vehhabilere göre kim bir kabir üzerinde mum ya­karsa ona lanet edilmelidir, ama Müslüman Arabistan hal­kının petrol zenginliklerini Amerika’ya ucuza satan Suudi Hanedanına lanet edilmemelidir.”

   Kaşif-ul Ğita yine bu eserinde İmam Hüseyin anısına düzenlenen matem merasimleri hakkında yöneltilen bir soruya şöyle cevap vermektedir: “Matem merasimlerindeki zincirle kendilerini dövmeler, sineye vurmalar vb. eylemler müstehap ve kurtuluş gemisine açılan kapılardan bir kapı­dır. Bu merasimlerde davul vb. çalınmasının herhangi bir sakıncası bulunmamaktadır. Taziyeler de eğer düzgün bir şekilde düzenlenirse bunda bir beis yoktur. Basra ve diğer şehirlerde bulunan Müslümanlara iki şeyi tavsiye ediyo­rum:

   1- Matem merasimi düzenleyenleri bu merasime uy­gun düşmeyen işler yapmalarını engelleyin. Zira bu ma­temlerin felsefesi, hikâye anlatıp gösteriler yaparak vakit kaybetme değildir. Aksine, İmam Hüseyin kıyamının canlı tutulmasıdır.

Anma merasimlerini eksiksiz bir şekilde yerine geti­riniz, insanların Allah’ı hatırlamasını sağlayarak imanları­nın artmasına vesile olunuz. Hedefiniz halka İmam Hüse­yin kıyamının felsefesini anlatmak olsun.

   2-Tefrikadan uzak durunuz… Kendi yaptıklarınızdan dolayı yenilgiye düşmeyiniz…”

İmam Hüseyin anısına düzenlenen merasimlerle ilgili birçok telgraf Kaşif-ul Ğita’nın eline ulaşmış ve o bu telg­rafların hepsine cevap vermişti. Bu cevaplarından birisinde sorulan bunca soruya şaşırmış ve sözlerine şöyle devam etmişti: “Vehhabilerin Arabistan’da kabirleri yıktıkları bir zamanda aniden İmam Hüseyin ile ilgili düzenlenen mera­simler hakkında bu kadar sorunun yöneltilmesine şaşırdım, doğrusu. Bu sorular Vehhabiler tarafından yöneltilmiş so­rulardır. Şia sahip olduğu tüm değerlerinin İmam Hüse­yin’den olduğunu iyi bilmelidir.”

Evrensel İslam Kongresi

    İsrail'in Filistin'i işgalinden önce, Filistin ulemasın­dan bazıları Filistin’de İslami fırkaların da katıldığı bir kongre düzenlemeye karar vermişlerdi.  1932’de konuşma yapmaları için Müslüman siyasi şahsiyetlerin yanı sıra Ha­nefi, Şafii, Maliki, Hanbelî, Vehhabi, Harici, İsmaili, Zeyidiye ve Şia mezheplerinin temsilcileri Filistin’e davet edilmiştiler. Bu kongreye İslam dünyasının önde gelen siyasi ve dini şahsiyetlerinden 150 kişinin katılması karar­laştırılmıştı.

    Beytu’l Mukaddes Müftüsü, Filistin Yüksek Mec­lisi’nin isteğiyle Kaşif-ul Ğita’yı da Şia mezhebinin tem­silcisi olarak bu kongreye katılması için davet etmişti. Kâ­şif-ul Ğita Müslüman âlimleri birliğe davet etmek için uzun zamandır böyle bir fırsat gözlediğinden bu daveti kabul edip Filistin’e gitti.  

   Musul Müftüsü Seyyid Habib Ağabey, Yemen’den Seyyid Muhammed Zeyyare, Seyyid Cemaleddin’in öğ­rencisi ve el-Menar tefsirinin yazarı Reşit Rıza ve İkbal Lahuri de bu kongreye katılmışlardı. Filistin’in çeşitli şe­hirlerinden yetmiş bin kişi Müslüman düşünürlerin konuş­malarını dinlemek üzere Beytu’l-Mukaddes’e geldiler. Her gece birkaç kişi konuşma yapıyordu. Aşağıda Kaşif-ul Ğita’nın bu kongrede sunmuş olduğu konuşmanın metni özet bir şekilde verilmiştir:

   “6–7 gündür başlayan ve Müslüman âlimlerin çeşitli İslami konularda konuşma yaptığı, ilahi bir cihat olan bu kongreye katılmak üzere Irak’tan hareket ettiğim günden bu yana özellikle hep tefekkür halindeydim. Bu toplulukla ilk karşılaştığım günden beri kendimi hep bir korku ve ümit arasında görmekteyim. Bu kongrenin iyi bir girişim olduğunu düşünmekle birlikte içimde bazı sıkıntılar var… Benzeri çok nadir olarak düzenlenen bu kongre benim için adeta bir mucizedir. Şüphesiz bu mucizeyi bize bahşeden, bu kongrenin hedeflerine ulaşabilmemiz için bize güç de verecektir.

   Mescidul Aksa’yı ziyaret etmek ve buradaki tarihi görkemi görmek bize yeni bir ruh vermenin yanısıra belir­lediğimiz hedeflere ulaşabilme güvenini de sağlamaktadır. Bu ruh,  fedakâr, cesur ve geçmiş nesillerin bizlere miras olarak bıraktığı değerleri koruma ruhudur… Bugün Müs­lümanların elinde bulunan güç batıda bulunmamaktadır. Batı her ne kadar iktisadi olarak Müslümanlardan ileri olsa da Müslümanların gönlündeki iman ateşi, onların İslami değerlere bağlı olmalarını ve her yönüyle bu değer ve ide­alleri korumalarını sağlamaktadır… Kongreyi düzenle­yenler ile katılımcıların göstermiş olduğu çabalar bizim için ümit kaynağıdır… Ama tüm bunlara rağmen birkaç noktada endişelerim vardır:

   1-… Doğu toplumları ve bilhassa Müslümanlar be­lirlemiş oldukları hedeflerde kararlı değillerdir. Önemli aktivitelerde bulunmuş fakat kısa bir süre geçtikten sonra bu aktiviteleri pasif bir hal almış Müslümanların sayısı çoktur.

    Ey Müslüman âlimler! Sebatsızlık bizi yok edecek en büyük hastalığımızdır ve Kur’an’da yetmiş kez zikredilen kararlılık ise sabrın bir parçasıdır. Biz sabır ve istikrarı vücudumuzda meleke haline getirebilmiş değiliz. Her hangi bir işi yapmaya başladığımızda o işin bir günde so­nuca ulaşmasını bekleriz…

Biz bu kongrenin Müslümanların tüm dertlerine deva olmasını ve emperyalizmi ortadan kaldırmasını beklemek­teyiz. Bu kongre iyi sonuçlar verecek temiz bir tohum gi­bidir.

   2- Bizim böyle perişan duruma düşmemize neden olan ihtilaf ve parçalanmalar içimizde kök salmıştır. Hal­buki Allah’u Teala bizleri birlik ve kardeşliğe davet et­mekte ve birbirimizden sorumlu tutmaktadır.

Düşünce farklılıkları ve fikir özgürlüğü beşeri bir özelliktir… Ama olayın en vahim tarafı bu ihtilafların düşmanlıklara sebep olmasıdır.

 Bizler Sünni, Şii vb. fırkalara mensup olmaktan zi­yade Müslüman olduğumuzu unutmamalıyız. Müslümanlar birbirlerinin kardeşidirler. Hiç kardeş kardeşe düşmanlık eder mi?

   Peygamber efendimizin vefatının ardından Ashabı arasında birçok İslami konuda ihtilaf çıkmasına rağmen oluşturmuş oldukları birlik bozulmamıştır. Herkes tek bir imam arkasında namaz kılmış ve gruplar birbirlerini kü­fürle itham etmemiştir. Bundan dolayı yarım asırlık bir süre içerisinde doğu ve batıya yayılmayı başarmıştırlar.

   Günümüzde ve içerisinde bulunduğumuz bu hassas dönemde, özellikle Müslüman alim ve önderler olmak üzere tüm Müslümanların çaba ve gayretlerini Müslüman­ların birliği uğrunda harcamaları gerekmektedir. Şia ve Sünni İslam arasındaki birlik anlam itibariyle Şii’nin Sünni, Sünni’nin de Şii akidesini kabul etmesi anlamına gelmemektedir. Aslında birlik, birbirimizle düşmanlık et­memektir.

… Müslümanların birliği için çalışınız. İslam dini doğuşunda dünyayı sarstığı gibi, sizin çalışmalarınızın da İslam dinini tekrar zinde kılacağını ümit ediyorum. Müs­lümanların fesat içinde boğulmakta olan dünyayı yeniden inşa etmeleri ve dünyayı tüm kötülüklerden arındırmaları gerekmektedir…

   Ey Tek Yaratıcıya İnananlar! Birlik olunuz. Daha önce İslam’ın, tevhit kelimesi ve kelimenin tevhidi üzerine bina edildiğine değinmiştim. Bu söylediklerimin hatırlarda kalmasını ümit ediyorum.

Ey Müslümanlar! Söylemlerimiz birbirini tutmaz ve tek olmazsa İslam’a veda etmemiz gerekir.

   3- Biz doğuluların karşı karşıya bulunduğu üçüncü hastalık ise, konuştuklarımızı eyleme dökmeme alışkanlı­ğıdır. Düşüncelerimizi harekete geçirmek yerine düşünce­siz hareket etmekteyiz…

Her millet üç unsurla bir hareket oluşturabilir. Bun­lar; kabiliyetli halk, doğru düşünce ve istikrardır.

   4- Sürekli olarak kendilerini Müslüman halktan yana gösteren bir grup, düzenlenen bu kongreye engel olmaya ve kongrenin bir sonuca ulaşmaması için gayret etmekte­dirler. Bu kişiler açık ve gizli yöntemlerle bu kongrenin başarıya ulaşmaması uğrunda çaba sarf etmektedirler…

   Sonuç olarak şunu söylemem gerekir ki, en büyük entrika ve duçar olduğumuz hastalık nifak ve parçalanma­dır. Münafıklar içimizde yaşayarak bizden olduklarını göstermektedirler, ama perde arkasında, yapmaya çalıştı­ğımız eylem ve aktiviteleri yok etmeye çalışmaktadırlar… Bunlardan sakınınız…”

   Kaşif-ul Ğita’nın bu konuşması ulema ve halk tara­fından beğeniyle karşılandığı için Filistin’de bulunduğu müddet içerisinde vakit ve Cuma namazlarını o kıldırmıştı. Hatta Vehhabi, Nasibi ve Havaric uleması da ona tabi ol­muşlardı.

   Onun bu konuşması dünyanın birçok yerinde yayın­lanmıştı. İslami basın da ondan büyük bir âlim olarak bah­setmişti. Üstat Haşim ve Beyrut’taki Faruk Üniversitesi Hocalarından Şeyh Muhammed Ali Zeimi kaleme aldıkları ‘el-İslam Beyni el-Sünne ve el-Şia’ adlı kitapta Kâşif-ul Ğita’nın Sünni ulema üzerindeki ektisiyle ilgili şunları yazmışlardı:

   “Bu yeni girişimin bereketi olmasaydı, Müslümanla­rın büyük bir çoğunluğunu oluşturan Sünni kesim Kaşif-ul Ğita’nın arkasında namaz kılar mıydı? Acaba onun yazmış olduğu ‘Davetul İslamiye’ kitabının Şii ulemadan evvel Sünni ulemanın okuduğunu biliyor musunuz? Kaşif-ul Ğita 15 gün boyunca Filistin’de kalmış ve kongrede bulunan Şii ve Sünni ulemayla görüşmüştür. Filistin’in çeşitli şehirle­rini görmeye de giden Kaşif-ul Ğita burada halka konuşma yaparak onları birliğe davet etmiştir. Ulema ve halkın kal­binde uyandırdığı sevgiden dolayı ona İmam Kaşif-ul Ğita diye hitap ediyorlardı. Buradan Lübnan’a hareket eden Kâşif-ul Ğita çeşitli şehirleri gezerek burada bulunan ulema ve halka birlik içerikli konuşmalar yapmıştır. Lüb­nan’dan sonra Suriye’ye geçerek burada da bazı şehirleri gezmiş ve halka hitap etmiştir. Filistin’de düzenlenen kongreyi takip eden Irak halkı, yaptığı konuşmanın ulema ve halk tarafından beğeniyle karşılandığını öğrenince dö­nüşünde onu karşılamak üzere toplanmışlardı. Diğer şe­hirlerde bulunan birçok âlim de Bağdat’a gelmişti. Kaşif-ul Ğita kendisini karşılamaya gelen halka, Bağdat’ta bulunan Kerh camiinde bir konuşma yaparak gezi hakkında değer­lendirme yapmıştı. Buradan Kerbela’ya giderek İmam Hü­seyin’in kabrini ziyaret etmiş ve sonrasında doğduğu şehre gitmişti. Her akşam kendisini ziyaret etmeye gelenler olurdu. Iraklı birçok siyasi ve kültürel şahsiyetler de onu ziyarete gelmişlerdi. Tüm halk onun Şii, Sünni vb. mez­heplere bağlı alimlerin beğenisini kazandığı ve Mescid’ul Aksa’nın imamlığını yaptığı için çok mutluydu. Kufe halkı da Kaşif-ul Ğita’yı davet ederek Filistin’e yapmış olduğu gezi hakkında kendilerini bilgilendirmesini istemişlerdi. O da bu isteği kabul ederek Küfe Ulu Camiinde binlerce ki­şiye konuşmuş ve bu konuşması daha sonraları defalarca yayınlanmıştı.”

Aydınlatıcı Sözler

  Kaşif-ul Ğita’nın yapmış olduğu geziler onun Sünni halk ve ulemayla görüşmesini, onların Şia’yla ilgili görüş­leri hakkında bilgi sahibi olmasını sağlamıştı. Hatta Sünni ulemanın bile Şii akidesi hakkında yeterli bilgiye sahip olmadığı sonucuna varmıştı. Diğer yandan Sünni halk ve ulemanın zihninde bulunan Şia aleyhindeki şüpheler onu rahatsız etmekteydi. Bundan dolayı Şia’nın ne olduğunu anlatmak üzere ‘Asl’ul Şia ve Usuliha’ adlı kitabı kaleme aldı ve bu kitap Müslümanlar tarafından beğeniyle karşı­landı. Kaşif-ul Ğita kitabının mukaddime kısmında kitabı yazmadaki amacını şöyle anlatmaktadır:

   “Bundan iki yıl önce Dar’ul Ulum el-Âliya’da öğre­nim görmek üzere Irak devleti tarafından Mısır’a giden heyetteki bir genç, bana bazı Ezher entelektüelleriyle irti­batının olduğunu ve Necef öğretim sistemi ve uleması hakkında da konuştuklarını içeren uzunca bir mektup yaz­mıştı. O mektubunda şöyle demekteydi: “Ezher hocaları Necef ulemasını saygıyla anmakta, ama Şia olduklarını söylemektedirler. Onların bu sözünü duyunca çok şaşırdım ve onlardan, Şia olmak günah mıdır? Onlar Müslüman değiller midir?” diye sordum. Bunlardan bazıları cevabında Şiilerin Müslüman olmadığını bile söylediler.

   Ben İslami fırkaların ortaya çıkışı hakkında bilgi sa­hibi olmayan bir gencim ve Ehl-i Sünnet âlimlerinin bu sözleri üzerine şüpheye düşmüş bulunmaktayım. Acaba Şia İslami fırkalardan mıdır? İçinde bulunduğum bu karmaşık durumdan çıkmama yardım etmez ve beni aydınlatmazsa­nız, bunu sorumluluğu size aittir.”

   Ben mektup aracılığıyla Şia tarihini ve Şia aleyhinde yapılan hakaretler hakkında kendisini aydınlatmaya çalış­tım. Ehl-i Sünnet âlimlerinin bu şekilde konuşmaları beni çok şaşırtmıştı. Daha sonraları Mısır’lı yazar Ahmed Emin’in yazmış olduğu ‘Fecr’ul İslam’ adlı kitabı okudum. Yazdığı yalan yanlış bilgiler beni çok rahatsız etmişti. Ahmed Emin bazı üstatlarla beraber 1931’de Necef’e gel­miş ve Ramazan ayında bir akşam arkadaşlarıyla birlikte beni ziyaret etmişti. Ona yumuşak bir dille neden bu gibi iddiaları Şia’ya nispet verdin diye sordum. Benden özür dileyerek Şia hakkında yeterli bilgiye sahip olmadığını söyledi. Ona, bunun kabul edilebilir bir bahane olmadığını ve yazarın yazmak istediği konu hakkında iyi bir araştırma yapması gerektiğini söyledim.”

   Kaşif-ul Ğita mukaddimenin devamında şöyle yaz­maktadır:  “Kaç ay önce bir genç Bağdat’tan bana bir mektup yazmıştı. Bu genç yazdığı mektupta şunları anlatı­yordu: “Gezi amaçlı ekseriyeti Sünni olan, Bağdat yakınla­rındaki Dili kentine gitmiştim… Onlar benim konuşmala­rımdan ve dürüstlüğümden etkilenmişlerdi. Şii olduğumu öğrenince Şiilerin bırakın ilim sahibi olmayı dürüst olduk­larını bile zannetmiyorduk dediler. Bir müddet sonra Su­riye’ye gitmiş ve aynı cevapla orada da karşılaşmıştım. Acaba Şia’yı anlatma ve onu savunmanın zamanı gelmedi mi?”

   Kaşif-ul Ğita mukaddimenin sonunda şunları ekle­mektedir: “Mısır, Suriye ve diğer İslam ülkelerinin basın kuruluşları Şia hakkında ileri geri makaleler yayınlamakta­dırlar. Artık dayanamadım ve sessiz kalmamayı karar ver­dim. Şia’yı, ona zulüm edildiğinden ve ona yapılan itham­lardan dolayı savunma kararı aldım. Bu kitabı kaleme al­mamdaki amacım sadece insanların sağlıklı karar verebil­meleri, adil davranmaları ve herhangi bir bahaneye yer bırakmamak için dünya Müslümanlarının gözlerine bir perde gibi inmiş olan cahilliği kaldırmaktır. Her şeyden önemlisi bu kitabın gölgesinde, Müslümanlar arasındaki dostluk gelişir ve aralarındaki ihtilaflar ortadan kalkar ümididir. Bu kitap yazıldıktan sonra belki de ‘Fecr’ul İs­lam’ kitabının yazarı tekrar Şia için; Yahudi, Zerdüşt ve Nasranilere bağlı olup kendi düşüncelerini İslam’a sokmak için çalışan İslam düşmanlarının sığınağıdır diye yazmaz.”

   ‘Asl’ul Şia ve Usuluha’ adlı kitap Şii akidesinin açıklanması alanında yazılmış ve insanların beğenisini kazanmış en iyi eserdir. Aşağıda kitaptan bazı pasajlar bilgi amaçlı nakledilmiştir.

  “İslam’da Şia’nın ilk tohumlarını serpen kişi Hz. Muhammed (s.a.a.) kendisidir. Ehl-i Sünnet’in hadis ki­taplarında Hz. Ali (as) ve takipçilerinin dünya ve ahirette sıddıklardan olduğunu Peygamberden nakleden onlarca hadis vardır. Ehl-i Sünnet’in büyük âlimlerinden biri olan Suyuti ‘Dar-ul Mensur’ adlı kitapta, أُوْلَئِكَ هُمْ خَيْرُ الْبَرِيَّةِ(İşte onlar yaratıkların en hayırlılarıdır.) ayetini tefsir ederken, Peygamber’in kendisine güvendiği kişilerden olan Cabir bin Abdulah Ensari’den bir hadis rivayet etmektedir. Hadis şöyledir: «Peygamber’in yanında bulunduğumuz bir esnada Hz. Ali yanımıza geldi ve Peygamber şöyle bu­yurdu: ‘Ali ve onun taraftarları (Şiatu Ali) kıyamet günü doğru yolda olanlardandır.’»

   Ehl-i Sünnet’in Arap dili edebiyatı uzmanı ve büyük müfessiri Suyuti, Peygamberin amcaoğlu ve asr-ı saadet dönemi müfessirlerinden olan İbn-i Abbas’tan başka bir hadis daha nakletmektedir.  İbn-i Abbas şöyle diyor: إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ أُوْلَئِكَ هُمْخَيْرُ الْبَرِيَّةِ”(İman edip sâlih ameller işleyenlere gelince, halkın en hayırlısı onlardır.)                                                                     ayeti nazil olduğu vakit, Peygamber Hz. Ali’ye şöyle bu­yurdu: “Bu ayet sen ve seni takip edenlerle ilgilidir. Kıya­met gününde hem Allah’ın sizden ve hem de sizin Al­lah’tan hoşnut olacağınızı bildirmektedir…

   Şii düşüncesi Peygamber zamanında başlamıştır. Zira Hz. Ali’nin bazı arkadaş ve yarenleri Peygamberin Hz. Ali hakkındaki öğütlerini defalarca duydukları için devamlı İmam Ali’yle birlikte olmuş ve hayatlarının sonuna kadar da ona bağlı kalmışlardı. Onlar kelebeğin meşale etrafında döndüğü gibi Hz. Ali’nin etrafında dönüyorlardı. Hz. Ali’nin takipçileri Peygamber zamanında şehit ve gazi ai­lelerindendiler. Nitekim Şia’nın lügat manası takipçi de­mektir ve Peygamber zamanında Hz. Ali’nin takipçilerine Ali’nin Şiası denilmekteydi.

   Bugün Şii ve Sünni ulema tarafından, Hz. Ali’nin Peygamber’in yerine geçmesiyle ilgili binlerce kitap ya­zılmıştır. Ehl-i Sünnet hadis kitapları arasında yer alan ve Hindistanlı Allame Mir Hamit Hüseyin tarafından kaleme alına on ciltlik ‘İbga’ül Envar’ adlı kitapta, Hz. Ali’nin fazileti ve Peygamber’in yerine geçmesiyle ilgili onlarca nakledilmiştir.

   Peki, öyleyse Müslümanlar neden Peygamber’in va­siyetine uymadılar? Peygamberin vefatından sonra bazı Müslümanlar Hz. Ali’nin yaşının küçük olduğunu ve Kureyş kabilesinin hem nübüvvetin hem de hilafetin Beni Haşim kabilesinden olmasını istemediğini söyleyerek Pey­gamber’in emrini yerine getirmekten kaçındılar. Bu kim­seler “Peygamber vahiyden başka söz söylemez” ayetini duymalarına rağmen kendi isteklerini Peygamber’in em­rine tercih ettiler. Bu hayret verici bir şeydir.  

   Şiiler temiz, bilinçli ve nasıl yaşanılması gerektiğini yaşantılarıyla gösteren örnek insanlardır. Peygamber, Sel­man-ı Faris hakkında, “O bizden, Ehl-i Beyt’tendir” diye buyurmuştur. Aynı şekilde Ebu Zerr hakkında, “Gökyüzü ve yeryüzü Ebu Zerr’den daha doğru sözlü kimseyi gör­memiştir. O Ali’nin yarenlerinden olup İslam’ın yayılması uğrunda hiçbir fedakârlıktan kaçınmaz” diye buyurmuştur.    

   Aruz ve lügat ilminin kurucusu Halil bin Ahmed Ferahidi ve Sarf ilminin kurucusu Ebu Müslim Muaz bin Musellem Heraz, Kur’an Müfessiri Abdullah bin Abbas, Asr-ı saadet mücahitlerinden Cabir bin Abdullah Ensari ve Kur’an’i ilimleri ilk olarak toplayan Muhammed bin Ömer Vakidi gibi İslam dünyasının önde gelen şahsiyetleri Hz. Ali’nin Şialarındandılar.  

   Peygamberin hizmetkârı, hadis ilminin kurucusu, ‘el-Ahkâm ve el-Sunen ve el-Kazaya’ adlı kitabın yazarı ve Hz. Ali’nin hilafeti döneminde Beytülmal sorumlusu Ebu Rafi Hz. Ali’nin Şiasıydı. Hakeza Hz. Ali’nin yardımcısı ve babası Ebu Rafi’den sonra fıkıh ilmi alanında ilk kitabı yazan oğlu Ali ve tarih alanında ilk kitabı yazan diğer oğlu Abdullah da Hz. Ali’nin Şialarıydı.  

   Kelam ilmiyle ilgili ilk kitap yazan Ebu Haşim bin Muhammed bin Hanefiye ve İsa bin Revaza da Hz. Ali’nin Şialarındandı.

İslam akaidi uzmanı Hişam bin Hâkem İmam Sa­dık’ın öğrencilerindendi. O Ehl-i Kitabın din adamları ve maddeci görüşü benimseyen alimlerle girdiği tartışmalarda hep üstün gelen taraf olmuştu.

   İmam Sadık’ın arkadaşı olan Eban bin Osman el-Ehmer İslam tarihi alanında ilk kitabı kaleme alan kişidir.

   ‘Hasın’ adlı kitabın yazarı Ahmed bin Muhammed Halit, ‘Vak’atül Sıffin’ adlı kitabın yazarı Nasr bin Müzahim Munkari, ‘Tarih-i Yakubi’ kitabının yazarı Ahmed bin Yakub, ‘Mürucul Zeheb’ kitabının yazarı Mesudi ve daha birçokları ilk Şii Müslüman yazarlardan­dır.

   Nabiğa Cu’di, Ke’b bin Züheyre, Ferezdak, Kemiyet, Hamiri, Dabel, Ebu Nevas, Behteri, Abdulislam, İbni Rumi ve daha birçok büyük Arap şairi Şia mektebinden yetişmiş kişilerdir.

   Bu ilim ehli insanlar İslam'ı yok etmek mi istiyor­lardı? Ehl-i Sünnet’in önemli yazarlarından olan Ahmed Emin buna ne cevap verecektir? Acaba bu alimler Yahudi, Hristiyan ve Zerdüşt dinlerinin öğretilerini ve düşüncele­rini İslam’a mı sokmak istiyorlardı?!”

  Kaşif-ul Ğita Şii ulemayı tanıtarak bazı müsteşrikle­rin ve Arap yazarların suçlamalarına ve Şia hakkındaki ithamlarına cevap vermiştir.  

   İngilizce, Urduca ve Farsça olarak yayınlanan ‘ Asl’ul Şia ve Usuliha’ adlı kitap şu ana kadar yirmi baskı yapmıştır. Bu kitabın Lübnan, Mısır ve diğer Sünni top­lumların yaşadığı ülkelerde yayımlanması Ehl-i Sünnet’in ona olan ilgisini göstermektedir.

Söz konusu kitap Kaşif-ul Ğita’nın hayatta olduğu süre içerisinde dokuz kez yayınlanmış ve her yayınlanı­şında kitaba yeni bir mukaddime yazmıştır. Kaşif-ul Ğita kitabın altıncı baskısı için yazdığı mukaddimesinde şunları dillendirmektedir:

  “Müslümanların içinde bulunduğu zillet açıklamaya gerek olmayacak kadar aşikârdır. Yabancılar Müslüman toprakları işgal ederek onları yönetmekte ve boyunlarına kölelik zinciri vurarak kendi hedefleri doğrultusunda kul­lanmaktadırlar. Bunun tek sebebi ise Müslümanların bö­lünmüş olmasıdır. Emperyalizm gizli hileleriyle Müslü­manlar arasındaki bölünmeyi arttırmaktadır. Özellikle Şii ulema olmak üzere Şii Müslümanlar kendi akideleri kadar Ehl-i Sünnet akidesini de bilmektedirler. Seyyid Murtaza’nın kaleme aldığı ‘İntisar’, Şeyh Tusi’nin yazdığı ‘el-İhlaf’, Allame Hilli’nin kaleme aldığı ‘Tebsere’ gibi birçok kitap bu gerçeği açıklar mahiyettedir. Buna mukabil Sünniler, bırakın halkı bazı âlimleri dahi Şia hakkında bir şey bilmemelerine rağmen Şia’yı kötüleyerek dinsizlikle itham etmektedirler. Şiiler de özellikle âlimleri olmak üzere Ehl-i Sünnet kardeşlerinden gördükleri bu gibi dav­ranışlara sessiz kalmamakta ve böylelikle birlik girişimle­rinde bir gevşeme görülmektedir. Bu durum herkesten çok emperyalistlerin işine yaramaktadır.

   Bundan dolayı Şii akidesini özet olarak yazmayı kendime farz bildim. Bu kitabın kısa bir sürede birçok kez baskı yapacağını ve farklı dillere çevrileceğini tahmin et­memiştim. Birçok kişi tarafından bu kitap okumasına rağ­men yine de Şia aleyhinde yazılan yazılar bitmemiştir. Hatta bazı yazarların dile getirdikleri ithamlar karanlık ortaçağ,  İbn Haldun, İbni Hacer vb. dönemlerde bile bu­lunmamaktaydılar. ‘Asl’ul Şia Ve Usuliha’ kitabı Ka­hire’de üçüncü kez basılıp dağıtılmasına rağmen, halen bazı Ehli Sünnet düşünürleri Şia’ya düşmanlık beslemek­tedirler. Onlar, yıllarca Mısır’ı yönetmiş ve hizmetlerde bulunmuş Fatımi halifelerini yazılarında eleştirmişlerdir. Neden? Şia olduklarından dolayı! Mısır’da ilim ve mede­niyeti yayan ve onca mescidi inşa edenler onlar değiller miydi? Öyleyse neden?

  Mısır’ın iftiharı olan Ezher Üniversitesi, Fatımi Devleti döneminden kalan bir eserdir. Şeyh Muhammed Abduh gibi Mısır’ın Sünni olan büyük yazar ve âlimleri bu Üniversiteden yetişmedir. Ezher Üniversitesi kültür ve eğitim alanındaki bin yıllık parlak geçmişiyle Fatımilerin İslam dünyasına ve Mısır’a yaptığı hizmetlerin şahididir. Fakat ne yazık ki bazı Sünni kardeşlerimiz Fatımileri din­siz ve kâfir olarak nitelemektedirler! Neden? Şia oldukları için mi? …

   Özet olarak benim ‘Asl’ul Şia ve Usuliha’ adlı kitabı kaleme almamdaki hedefim Şia’ya husumet besleyen Sün­nilerin düşmanlıklarını azaltmak ve nispet verdikleri it­hamları geri almalarını sağlamaktı. Fakat bu çaba ve zah­metlerim ne yazık ki bir sonuç vermedi.”

   Dünyanın değişik ülkelerinde âlimler Kaşif-ul Ğita’ya mektuplar yazarak ‘Asl’ul Şia ve Usuliha’ kitabını kaleme aldığı için kendisine teşekkür etmişlerdir. Bunlar­dan bazıları İslam tarih ve akaidine ilgi duyan, fakat Müs­lüman olmayan oryantalistlerdi. Bu bölümde mezkûr şa­hıslardan bazılarının görüşlerine kısaca değineceğiz.

   1- Rus bilim adamı Gratshekofski: “‘Asl’ul Şia ve Usuliha’ kitabı her âlimin okuması gereken muteber ve değerli kitaplardan biridir.”

   2- Alman bilim adamı Josef Sheft: “Sahip olduğum bilgilerin çoğunu bu kitaptan öğrendim ve öğren­cilerime bu kitabı mütalaa etmelerini tavsiye ettim.”

   3- Türkiye’de çalışmalar yapan ünlü bilim adamı H. Ritter: “‘Asl’ul Şia ve Usuliha’ adlı kitap çok değerli bir eserdir. Kitabın değerli yazarına bu eseri kaleme aldığı için teşekkür ederim. Kitabı okumaları için en kısa zamanda oryantalistlere tavsiyede bulunacağım.

   4- Alman bilim adamı ve Berrn üniversitesi hocası Salim Kerenkuy: “‘Asl’ul Şia ve Usuliha’ kitabı Şia akide­sini öğrenmek isteyenler için bir deryadır. Bu kitap, on­larca kalın kitabın Şia hakkında veremeyeceği bilgileri okuyucularına sunmaktadır. Alman müsteşriklerine Şia hakkındaki bilgilerini arttırmaları için bu kitabı okumala­rını tavsiye edeceğim.”

   5- Mısır'lı bilim adamı Ahmed Zeki Paşa: “‘Asl’ul Şia ve Usuliha’ kitabı güzel bir üslupla yazılmıştır. Yazar bu kitabı kaleme almakla hakikatin önüne çekilmiş perdeyi aralamıştır. O hiçbir mezhebi kötülemeden Şia’yı tanıtmış­tır. Bu kitap Müslümanlar arasında birliğin oluşması yö­nünde faydalı olacak bir eserdir. Sadece Allah’ın, kötü­lüklerle mücadele etmesi ve Müslümanları zinde tutması için seçtiği kişiler bu zor ve önemli sorumluluğu üstlene­bilirler. Bu önemli ve zor görevi üstlenmiş değerli Üstada teşekkür ederiz.”

   6- Ünlü yazar Şekip Erselan: “Kaleme aldığınız tüm kitaplar çok faydalıdır. Siz bu çaba ve gayretlerinizle Şia ile Ehl-i Sünnet arasındaki mesafeyi mümkün olduğu kadar azalttınız.”  

    Mısır’ın Şer'i hâkimi olan Üstat Ahmed Muhammed Şakir kendi yazmış olduğu ‘Nizam’ül Telak fi el-İslam’ adlı fıkıh kitabının bir nüshasını Kaşif-ul Ğita’ya hediye etmişti. Kaşif-ul Ğita da kendisine teşekkür içerikli bir mektup yazarak kitaptaki ilmi hataları hatırlatmıştı. Kaşif-ul Ğita Sünni olan bu yazarın zahmetlerini takdirle karşı­lamış ve ilmi bir eser kaleme alma uğrunda göstermiş ol­duğu gayretleri övgüyle anmıştır. Kaşif-ul Ğita, Üstat Ahmed Muhammed Şakir’e hitaben kaleme almış olduğu mektupta şunları yazmıştı: “Göndermiş olduğunuz değerli hediye elime ulaştı ve iki kez okudum. Görüşlerinizin de­rinliği, dikkatiniz, düşünce özgürlüğünüz ve çıkarımlarınız takdire şayandır. Bu kitabınızda hadislerde saklı olan ma­naları ortaya çıkardınız. Mukaddes dinin çehresi üzerindeki hurafe perdelerini kenara çektiniz. Paslanmış eski taklit zincirlerini parçaladınız. Zikretmiş olduğunuz delillerle putlaşmış düşünceleri yıktınız.”

   Üstat Ahmed Muhammed Şakir, Kaşif-ul Ğita’nın kendisine yazmış olduğu mektubu ‘Risalet’ül İslam’ adlı derginin 157. sayısında yayımlamış ve şöyle yazmıştı: “Şu ana kadar elime ulaşan en güzel mektuplardan biri, büyük üstadım ve Necef’te Şii ulemanın önderi olan Allame Mu­hammed Hüseyin Kaşif-ul Ğita’nın gönderdiği mektuptur.” 

 

/EH-FED HABER

/Darr-ul Tagrib

/Yazar: Muhammet Semak Emani

/Çeviri: Sedat Baran

Yorumlar