Hamas liderlerinden Usame Hamdan El-Mesire televizyon kanalına verdiği özel röportajda şunu söyledi: “Filistin’in yanında duran Yemen halkının tutumunu takdir ediyoruz. Aksa Tufanı ile sergiledikleri duruş, izzetin, onurun ve hakkın zaferinin duruşuydu."
Hamas’ın önde gelen isimlerinden Usame Hamdan, Yemen halkının Gazze ve onun kahramanlarına verdiği desteği takdir ederek, Aksa Tufanı’nın düşmanın kendisini korumaktaki acizliğini ortaya koyduğunu söyledi.
Yemen Halkını Takdir Ediyoruz
Dün akşam El-Mesire televizyon kanalına verdiği özel röportajda Hamdan, “Filistin’in yanında duran Yemen halkının tutumunu takdir ediyoruz. Aksa Tufanı ile sergiledikleri duruş, izzetin, onurun ve hakkın zaferinin duruşuydu” dedi.
Hamdan, “Yemen’deki kardeşlerimiz direnişi desteklemek için büyük çaba gösterdi. Direnişi desteklediler demiyorum, desteklemek için gayret ettiler; bu uğurda emek verdiler ve bedeller ödediler, hiçbir an geri adım atmadılar” ifadelerini kullandı.
Yemen Filistin Konusunda Bir Sembol
Yemen’i, “ümmetin davalarında ve özellikle de merkezi davası olan Filistin konusunda bir destek sembolü olmuş ve olmaya devam edecek” sözleriyle tanımladı.
Hamdan, “Bölgede Siyonist proje doğrudan Filistin’i hedef alsa da aslında tüm ümmeti hedef almaktadır ve Aksa Tufanı bunu açıkça ortaya koymuştur” dedi.
Ateşkes anlaşmasının seyrine de değinen Hamdan, “Gazze anlaşmasının ikinci aşamasında garantilerin daha net, yükümlülüklerin ise daha ayrıntılı olması gerekir” diye konuştu.
Siyonist Düşman 2. Aşamaya Geçmek İstemiyor
“Siyonist düşman anlaşmalara uymuyor, imzaladığı uluslararası anlaşmaları dahi açık şekilde ihlal ediyor” diyen Hamdan, “Düşman ikinci aşamaya geçmek istemiyor, çünkü bu aşama Gazze’den tamamen çekilmeyi ve direnişin Gazze topraklarında kalmasını ifade ediyor” dedi.
Hamdan sözlerini şöyle sürdürdü: “Anlaşmanın ikinci aşamasına ilişkin tanımımız nettir: Vesayeti reddediyoruz, silahsızlandırmayı reddediyoruz ve Filistin iç işlerimize her türlü müdahaleyi reddediyoruz.”
Silahımızı Teslim Etmeyeceğiz
Direnişin, “işgalin iki yıl boyunca bizden alamadığı silahı almak için yabancı güçlerin gelmesini” reddettiğini vurgulayan Hamdan, “İşgal yüz yıl da sürse silahımızı alamaz ve zaten bu yüz yılı yaşayamayacaktır. Silahın teslim edilmesi fikri direniş tarafından kabul edilemez. Daha da önemlisi bugün bu fikrin reddi konusunda ulusal bir mutabakat vardır” dedi.
Siyonist kuşatmanın sürmesine de dikkat çeken Hamdan, “Sınır kapılarının açılmaması, düşmanın Gazze’ye yönelik saldırılara geri dönme niyetinin İsrail tarafından verilmiş bir işaretidir” ifadelerini kullandı.
Siyonistlere Yönelik Nefret Artmaktadır
Düşmanın yöntemlerinin Filistin direnişini kıramayacağını vurgulayan Hamdan, “Kuşatmanın temel insani ihtiyaçlara karşı bir savaş aracı olarak kullanılması, Siyonist varlığa yönelik nefreti daha da artırmaktadır” dedi.
“Sözde Büyük İsrail” söylemine de değinen Hamdan, “Siyonist projenin bölgemizde kontrol kurma kapasitesine dair hayaller, insanların sandığından çok daha büyüktür” ifadelerini kullandı.
Hamdan, “Amerika bölgede bir hegemonya dayatmak ve bu hegemonyanın temelini Siyonist varlık üzerine kurmak istiyor” diyerek, “Suçlu Netanyahu, Amerikan projesinin bölgenin silahsızlandırılması olduğunu ve kendi sömürgeci projelerini hayata geçirmek için bölgede yalnızca İsrail silahının kalmasını hedeflediğini çok iyi biliyor” dedi.
Direniş Yoluna Devam Edecek
“Direnişin silahsızlandırılması, ümmetin topraklarının büyük bölümünün yutulmasının önünü açmaktır; çünkü bu durumda bölgede silahın tek sahibi İsrail olacaktır” değerlendirmesinde bulundu.
Hamdan, “Direnişin yoluna devam edebileceğinden eminim ve bu mücadelenin nihai sonucunun bu yapının ortadan kalkması olacağına güvenim tamdır” diyerek, “Düşman, Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah’a yönelik suikasta rağmen başarısız oldu; direniş dimdik ayakta kaldı, kenetlendi ve varlığını sürdürdü. Bu fedakârlık ve bu şehadet ancak Yüce Allah tarafından bir zaferle mükâfatlandırılır” dedi.
Normalleşme Bölgeye Yönelik Bir Şantaj
Düşmanla normalleşme konusuna da değinen Hamdan, normalleşmeyi “bölgeye yönelik ucuz bir siyasi şantaj süreci; ya İsrail’i kabul edersiniz ya da cezalandırılırsınız” şeklinde tanımladı.
Röportajın Tamamı Şu Şekilde
Sunucu: “Bu söyleşide konuğumuz olan Hamas Hareketi’nin önde gelen isimlerinden, mücadeleci Dr. Usame Hamdan’a hoş geldiniz diyoruz. Irak’ın başkenti Bağdat’tan, Filistin meselesine dair bir saatlik özel bir programla El-Mesire uydu kanalından sizleri selamlıyoruz. Hoş geldiniz, sefalar getirdiniz. Filistin meselesi hakkında konuşmaya ve diyaloğa geçmeden önce, isterseniz Dr. Usame Hamdan’ın özgeçmişine kısaca değinelim.
Usame Hamdan: Açıkçası, belki de konuşmayı en az sevdiğim konu budur. Çünkü benim için her zaman temel mesele, işgale karşı direniş ve mazlum halkımızın yanında durmak, aynı zamanda ümmetimizin yanında durmaktır. Zira çocukluğumuzdan bu yana üzerinde yetiştiğimiz ve inandığımız gerçek şudur ki; bölgedeki bu siyonist proje her ne kadar doğrudan Filistinlileri hedef alsa da, aslında tüm ümmeti hedef almaktadır. Aksa Tufanı bu gerçeği açıkça ortaya koymuştur. Bu süreçte Siyonist varlığın başbakanını, Filistin’de, Lübnan’da, Yemen’de ve Irak’ta direniş karşısında yaşadığı çıkmazda, “Büyük İsrail” olarak adlandırılan projeden söz ederken gördük. Bu nedenle kendimi, Filistin’in işgal felaketiyle gözlerini açmış, kendisinden önceki bir neslin bu işgale karşı direndiğine tanıklık etmiş ve kendi rolünün de bu çerçevede, yani işgale karşı direniş çizgisinde olması gerektiğine inanmış bu halkın bir ferdi olarak görüyorum. Yüce Allah’a hamdediyorum ki, beni ve benim gibi pek çok kişiyi bu yolda muvaffak kıldı.
Aksa Tufanı, Siyonist Varlığı Ciddi Bir Çıkmaza Soktu
Sunucu: Sizin şu sözlerinize değinmek istiyoruz: “Birinci aşamanın yükümlülükleri tamamlanmadan ikinci aşamaya geçilemez.” Buna karşılık Trump, ikinci aşamayı sanki kendiliğinden gelecekmiş gibi sürekli gündeme getiriyor. İsrail düşmanı özellikle birinci aşamada hangi yükümlülükleri yerine getirmekte hâlâ oyalıyor?
Usame Hamdan: Birinci aşamada dört ana başlık üzerinde anlaşmaya vardık.
Birinci başlık savaşın durdurulmasıydı. Ancak şu ana kadar İsrail ihlalleri ve saldırıları sürüyor. Bu saldırılar sonucunda, çoğu çocuk ve kadın olmak üzere, yüzde 99’u sivil olan yaklaşık dört yüz Filistinli şehit oldu.
İkinci başlık esir değişimiyle ilgiliydi. Bu bölüm büyük ölçüde uygun şekilde tamamlandı. Her ne kadar İsrail uygulama sürecinde oyalama taktikleri izleyip gecikmelere ve değişikliklere gitse de, en azından bu başlığın genel olarak yerine getirildiğini söyleyebiliriz. Henüz bulunamayan bir cenaze bulunuyor ve buna karşılık 35 esirin serbest bırakılması öngörülüyor.
İsrail İnsani Yardımları Engelliyor
İnsani yardım konusuna gelince, İsrail özellikle tıbbi yardımın girişini kasıtlı olarak engelliyor. Hastanelerin ihtiyaçları son derece büyük ve bu ihtiyaçlar, ameliyatlar için anestezi maddeleri gibi hayati konuları kapsıyor. Bu mesele hakkında arabulucularla her gün görüşmelerimizi sürdürüyoruz.
Dördüncü konu ise İsrail’in sözde sarı hat olarak adlandırılan sınıra çekilmesiydi. Çekilme gerçekleşti, ancak İsrail bu hattı hâlâ ihlal ediyor ve zaman zaman hattın ötesine geçiyor.
Bizim için ikinci aşamanın uygulanmasına yönelik herhangi bir ilerlemenin, yalnızca işgalcinin taahhütlerine bağlı olması yeterli değildir. Aynı zamanda bu anlaşmanın garantörlerinin ve arabulucuların da verdikleri garantilere bağlı kalmaları gerekir. Eğer işgalciye baskı uygulanmış olsaydı, bu ihlaller dururdu. Bu nedenle ikinci aşamadan söz ederken, daha net garantilerin, daha ayrıntılı yükümlülüklerin ve ihlal edilemeyecek şekilde belirlenmiş takvimlerin bulunması gerektiğini söylüyoruz.
İsrail’e Güvenilemez
Bugün karşımızda, verdiği sözlere uymayan bir düşman var. İşgalciye güvenilemez, “İsrail”e güvenilemez. Biz hiçbir zaman bu yapıya ya da hangi hükümet olursa olsun onun hükümetlerine güvenmekten söz etmiyoruz.
Bazıları zaman zaman bu yapı içinde aşırı hükümetler olduğunu iddia ediyor. Oysa ben bu yapının tamamının aşırılık olduğunu düşünüyorum. Zira saldırı, işgal ve öldürme fiillerini sürdüren bir varlığa aşırı değil de ne denilebilir? Bu nedenle bu yapı bütünüyle bölgede aşırılık ve anormallik halidir. Ona güvenilemez. Bu yalnızca biz Filistinliler ve direniş güçleri açısından değil, aynı zamanda onunla barış anlaşmaları imzalayan devletler açısından da böyledir. Bu devletlerin güvenliğini tehdit ediyor, onları hedef alıyor ve onlara saldırıyor. Bu ülkelerde işgal lehine casusluk hücreleri ortaya çıkarılıyor. Yani imzaladığı uluslararası anlaşmaları dahi açıkça ihlal ediyor ve kendisini hukukun üstünde görüyor. Böyle bir yapıya hiçbir koşulda güvenilemez.
1. Aşama Bitmeden 2. Aşamaya Geçilemez
Birinci aşamanın yükümlülükleri tamamlanmadan anlaşmanın ikinci aşamasına geçiş olmaz. Siyonist düşman ihlallerini ve saldırılarını sürdürerek, güvenilemeyecek anormal bir yapı olduğunu bir kez daha ortaya koymaktadır.
Sunucu: Trump ve İsrail düşmanı, konuşmalarında sürekli ikinci aşamadan söz ediyor ve bunu Gazze’de yeni bir siyasi ya da güvenlik düzeninin kapısı olarak sunuyor. Buna karşılık Hamas, birinci aşamanın henüz tamamlanmadığını söylüyor. İkinci aşamaya geçişteki bu ısrar, İsrail tarafından bir gözdağı ve tehdit mi, yoksa başka bir şey mi?
Usame Hamdan: Ben, İsraillilerin ikinci aşamaya geçmek istemediği kanaatindeyim. Söyledikleri şeyler daha çok bir tür yanıltıcı propagandadır. İsrail, ikinci aşamanın Gazze Şeridi’nden tam çekilmeyi, direnişin Filistin ya da Gazze topraklarında varlığını sürdürmesini ve halkın, bu direnişin kendisini savunduğunu görmesini ifade ettiğinin farkındadır. Halk, düşmanın yol açtığı tüm yıkıma rağmen iradesinin kırılmadığını, teslim olmadığını ve Gazze’den göç etmeye zorlanmadığını görmektedir.
Siyonist Yapı Kırılgandır
Amerikan yönetimi, bölgeye yönelik düzenlemelerinde bu Siyonist varlığın bölgede üstün ve hâkim kalmasına büyük önem veriyor. Ancak Aksa Tufanı, bu yapının kendisini dahi koruyamadığını ortaya koydu. Bu yapı kırılgandır, başkalarının onu savunmasına muhtaçtır ve onunla ittifak kuranlara dahi güvenlik sağlayamaz. Bu nedenle Amerikan yönetimi, bu yapıya bölgede yeniden bir rol dayatmaya çalışıyor. Ancak bunun da kısa sürede ihlal edileceğini ve bölgeyle yeni bir çatışmaya yol açacağını çok iyi biliyor. Bu yüzden Amerikan yönetiminin hâlâ tereddütlü ve kararsız olduğunu düşünüyorum. Eğer kararlı olsaydı, bu yapıyı birinci aşamadaki taahhütlerini yerine getirmeye zorlamış olurdu.
Bizim tutumumuz nettir: ikinci aşamaya geçişin yerine getirilmesi gereken birtakım şartları vardır. İkinci aşamadan anladığımız şey yalnızca Hamas’ın tutumu değildir; bu, ulusal Filistinli bir tutumdur. Gazze Şeridi’nin yönetimine ilişkin konularda, yönetimin mutlaka Filistinli ulusal bir idare olması gerektiği açıkça ortaya konmuştur.
Gazze Üzerinde Vesayeti Reddediyoruz
Gazze Şeridi üzerinde herhangi bir vesayetin olmasını reddediyoruz. Bize yardım etmek isteyenler, kendilerine uygun olan formatta elbette yardımcı olabilirler; ancak vesayet olmaksızın. İşgalin iki yıl boyunca bizden alamadığı silahı almak için yabancı güçlerin gelmesine ihtiyacımız yoktur. İşgal, yüz yıl da geçse silahımızı alamaz; zaten bu yüz yılı yaşayamayacaktır. Bu nedenle biz Filistinliler olarak —burada Hamas’tan ya da direnişten değil, genel Filistin ulusal bütününden söz ediyorum— tutumumuzu açık biçimde ortaya koyduk ve tüm arabuluculara, her türlü vesayeti, direnişin silahsızlandırılmasını ve Filistin iç işlerimize yönelik her türlü müdahaleyi reddettiğimizi bildirdik.
Sunucu: Peki, İsrail’in gerçek anlamda çekilmesinden söz edelim. Hamas’ın önceki açıklamalarında, düşmanın gerçek bir çekilme gerçekleştirmediği, aksine yeniden konuşlandığı ifade edilmişti. Siz herhangi bir değişiklik görüyor musunuz ve bu konuda Siyonist taraftan bir taahhüt bekliyor musunuz?
Usame Hamdan: Öncelikle, İsrail tarafından “çekilme var” denilerek bir aldatma girişimi oldu. Bizim için çekilme, Gazze Şeridi’nden tamamen çıkılması demektir. Gazze’nin bir bölümünden çıkmak çekilme değildir; bu yeniden konuşlanmadır. Üzerinde mutabık kaldığımız ve haritada “sarı hat” olarak belirlenen bu hatta dahi düşman defalarca ihlalde bulunmaya, hattı değiştirmeye ve farklı bölgelerde ilerlemeye çalıştı. Bu nedenle, genel olarak bir Filistinli ve özel olarak bir direniş mensubu olarak, söylenen kavramlara güvenemem; İsrail’in gerçekte olmayan bir şeyi yapıyormuş gibi görünmesine gerekçe oluşturacak bir dilin kullanılmasını da kabul edemeyiz.
İşgalci 7 Ekim'den Önceki Mevzilerine Geri Dönmelidir
Biz dünyaya şunu söylüyoruz: Çekilme, işgalin 7 Ekim’den önceki mevzilerine geri dönmesidir. Bu gerçekleşmediği sürece, bunun hiçbir şekilde çekilme olarak adlandırılması mümkün değildir.
Sunucu: Ateşkes konusuna gelelim. Ateşkes çokça konuşuluyor; ancak aynı zamanda Gazze Şeridi’nde hava saldırıları ve suikastlar sürüyor. Buna ilişkin görüşünüz nedir?
Usame Hamdan: Açıkça söylemek gerekirse, bu durum söylediklerimizi teyit ediyor: Bu işgal ne anlaşmalara ne de taahhütlere saygı duyuyor. Doğru, direniş hâlâ yükümlülüklerine bağlı kalıyor ve bunlara uyum gösteriyor; arabulucuları yaşanan ihlaller konusunda uyarıyor, işgalin davranışlarının denetlenmesini ve tırmanışın önlenmesini talep ediyor. Ancak mesele son derece nettir: İsrail saldırılarının sürmesi iki gerçeğe işaret ediyor. Birincisi, bu düşmana güvenilemeyeceği, varlığının başlı başına bir kriz olduğu ve bu varlığın sona ermesi gerektiğidir; işgal sona ermedikçe bölgede istikrar mümkün değildir.
ABD Taahhütlerinde Başarısız Oldu
İkincisi ise, Amerika Birleşik Devletleri’nin işgalin davranışlarını denetleyeceğine dair taahhütler verip bunda başarısız olması, ABD’nin Filistin meselesine yaklaşımına dair büyük bir soru işareti doğurmaktadır. Ancak daha büyük soru, ABD’nin uluslararası alandaki taahhütlerinin değerine ilişkindir; bu sadece bize karşı değil, tüm dünya ülkelerine karşı geçerlidir. Eğer ABD bir bölgede verdiği bir taahhüde saygı göstermiyorsa, başka yerlerde buna nasıl inanılabilir? Dünya ülkeleri, ABD’nin taahhütlerinin saygı göreceğine, doğrulanabileceğine ya da güvenilebileceğine nasıl inanacak? Bu nedenle, ABD istese de istemese de İsrail ihlallerinin sürmesi, onun uluslararası düzeydeki güvenilirliğini sarsmaktadır.
Zaten güvenilirliği sorunludur ve bu durum onu daha da zayıflatmaktadır. Bu da ABD’nin dünyadaki rollerini etkileyecektir. ABD’nin bir tercih yapması gerekir: Ya işgali yükümlülüklerine uymaya zorlayarak belli ölçüde güvenilirlik kazanacaktır ya da bunu yapmayacak ve bu durumda güvenilirliği, ne Filistin’de ne de başka bir yerde, gelecekte hiçbir aşamada itibar göremeyecektir.
Siyonist Düşman Anlaşmalara Saygı Duymuyor
Ateşkes konuşulmasına rağmen saldırıların sürmesi, Siyonist düşmanın anlaşmalara saygı duymadığını açıkça ortaya koymaktadır. ABD’nin bunu denetleyememesi ise uluslararası düzeydeki güvenilirliğini sarsmakta ve saldırganlıktaki ortaklığını teyit etmektedir.
Sunucu: Filistin’deki insani duruma gelelim. Hamas, insani durumun bir baskı aracı olarak kullanıldığını defalarca dile getirdi. Bugün yardım girişlerinin engellenmesi ve sınır kapılarının açılmasının geciktirilmesi, direnişi bir şeye zorlamaya yönelik bu baskının bir parçası mı?
Usame Hamdan: İsrail’in Filistin halkıyla ilgili iki temel sorunu var. Birincisi, halkın direniyor olmasıdır. Ancak onun açısından daha büyük sorun, halkın tamamının direnişten yana saf tutmasıdır. Son dönemde, ABD tarafından finanse edilen ve Kudüs’te bulunan bir araştırma merkezi, Gazze Şeridi’nde yaşayan iki milyon Filistinli arasında bir anket yaptı. Bu insanların yüzde 80’i çadırlarda yaşıyor, evleri yıkılmış ve son derece ağır koşullar altında yaşam mücadelesi veriyor. Ankette şu soru soruldu: Bugün seçim olsa, Filistinli gruplardan hangisine oy verirdiniz? Sonuç, anketi yapanlar için sarsıcı oldu: Yüzde 86, direnişi seçeceğini söyledi.
İki yıl süren bir soykırım savaşından söz ediyoruz. Buna rağmen yüzde 86, direnişin farklı fraksiyonlarına oy vereceğini ifade etti. Bu, bu halkın doğasına, davasına ve direnişe olan aidiyetine dair son derece açık bir cevaptır. Bu nedenle işgal, bu halkın iradesini her yolla kırmaya çalışıyor: Soykırımla, evleri yıkarak, kuşatmayla, aç bırakmayla ve uluslararası hukuk gereği doğal bir hak olan yardımların engellenmesiyle.
İşgalci İsrail Uluslararası Hukuka Saygı Göstermiyor
Uluslararası hukuk ve uluslararası anlaşmalar uyarınca, tüm taraflar çatışma bölgelerine gıda, su ve tıbbi ihtiyaçların girişine izin vermekle yükümlüdür. İşgalci israil uluslararası hukuka saygı göstermiyor; ardından da dünyaya, uyulması gereken bir hukuktan söz ediyor. Bana göre, bu yöntemin halk üzerinde baskı aracı olarak kullanılması, savaş suçlarının bir parçasıdır ve uluslararası hukuk açısından açık bir savaş suçu teşkil etmektedir.
Bugün bunun en vahim yönlerinden biri de, ABD’nin müdahil olmaya çalıştığı yardım mekanizmasının başındaki Amerikalı yetkilinin çıkıp, Gazze’ye giren yardımların her Filistinli için günlük bir öğün sağladığını söylemesidir. Sanki bu halk, ABD yönetimi ve Siyonist işgalin belirlediği standartlara göre yaşamak zorundaymış gibi.
Oysa biz, işgal ve kuşatma olmaksızın, normal bir yaşam sürme hakkına sahip bir halktan söz ediyoruz. Bu nedenle kuşatmanın bir araç olarak kullanılması bir yandan savaş suçu niteliği taşırken, diğer yandan da Siyonist yapıya yönelik düşmanlığı daha da artırmaktadır. Çünkü temel ihtiyaçlarınız üzerinden sizinle savaşan bir yapıyla, ileride barış içinde bir arada yaşanabileceğine güvenmek mümkün değildir.
Sunucu: Peki, direnişin ve Hamas Hareketi’nin bugün Filistin’de yaşananlara bakışı nedir?
Usame Hamdan: Biz, Filistin’de yaşananların düşmanla yürütülen mücadelenin aşamalarından biri olduğu kanaatindeyiz. Bu aşama son derece zorlu, verilen bedeller çok ağırdır. Ancak 1948’den bugüne kadar düşmanla yaşanan çatışma sürecine baktığımızda, bu aşamanın birden fazla önemli özelliğe işaret ettiğini düşünüyorum.
Filistin Halkı Dimdik Ayaktadır
Bu özelliklerin ilki ve en önemlisi, Siyonist yapının askeri çatışmayı sonuçlandırma kabiliyetini yitirmiş olmasıdır. İki yıl süren bir soykırıma rağmen Filistin halkı topraklarında dimdik ayakta kalmış, hakkına sahip çıkmış, tarif edilemeyecek kadar ağır acılar çekmiş, buna rağmen toprağında kalma iradesini korumuş, vatanını terk etmeyi reddetmiş ve direnişine bağlılığını sürdürmüştür.
Az önce sözünü ettiğim anketi hatırlatmak isterim. Ateşkes ilan edildiğinde ve direniş işbirlikçilerin peşine düştüğünde, halkın direnişten yana saf tuttuğunu, Filistin halkına zarar veren işbirlikçilerin takip edilmesini genel bir ulusal tutum olarak desteklediğini gördük. Dolayısıyla ilk sonuç, iki yıl süren soykırıma rağmen düşmanın Filistin halkının iradesini kıramamış olmasıdır. İkinci olarak ise artık askeri bir kazanım elde etme gücüne sahip değildir.
Filistin Halkının İradesi İşgalcilerin İradesini Kıracak Güçtedir
Üçüncü mesele şudur: Filistinliler, kendi toprakları içinde bu yapıya karşı daha önce hiç bu kadar uzun soluklu bir mücadele yürütmemiştir. İki yıl süren direniş ve dirayet, Filistin halkının iradesinin işgalin iradesini kırabilecek güçte olduğunu göstermektedir.
Bunu genel bağlamda nasıl değerlendiriyoruz? Ben, Aksa Tufanı’nın kurtuluşun kapısını araladığını düşünüyorum. Aksa Tufanı’ndan önceki dönem, işgalle sınırlı bir çatışma, meşgul etme ve yıpratma süreciydi. Aksa Tufanı ise kurtuluşun kapısını açtı ve bölgesel düzeyde direniş güçleriyle ortaklaşa bir kurtuluş sürecinin önünü açtı. Bana göre bu sürecin sonuçları, uzak olmayan bir gelecekte, Filistin topraklarında işgalin sona ermesi anlamına gelecektir.
Aksa Tufanı Kurtuluşun Kapısını Araladı
İki yıl süren soykırım, Siyonist düşmanın kesin sonuç alma konusundaki acizliğini ortaya koydu. Filistin halkı ise direnişine bağlı kalarak ayakta durdu. Aksa Tufanı, kurtuluşun ve bölge direnişiyle ortaklığın kapısını araladı ve nihai sonuçları itibarıyla Siyonist yapının sonunu işaret ediyor.
Sunucu: İnsani yardım dosyasına gelelim. Bugün Filistinliler barınmaya muhtaç durumda; sağlık alanında ciddi ihtiyaçlar var. Altyapı tamamen yıkılmış, sağlık hizmetleri neredeyse yok olmuş, gıda ise son derece yetersiz. Gerçekten de herkes son derece trajik bir durumda. Bugün insani yardım ve kapalı sınır kapıları gibi konuların, siyasi ve güvenlik dosyalarıyla ilişkilendirildiğini görüyoruz. Bu bağlantı, Gazze’deki insani durumu nasıl etkiliyor?
Usame Hamdan: Öncelikle, ikinci aşamada insani dosyanın, niteliği ne olursa olsun, sahadaki mutabakatların dışında tutulması gerektiğini arabuluculara bildirdik. Bunun, arabulucular tarafından doğrudan bir taahhütle güvence altına alınması gerektiğini söyledik. Bunun somut göstergesi ise sınır kapılarının açılmasıdır.
Gazze’ye Yardımın Girmesini Engellemek Uluslararası Hukuka Saygısızlıktır
Bu konuyu hâlâ görüşüyoruz ve tutumumuz değişmiş değildir. Bana göre sınır kapılarının açılmaması, İsrail’in Gazze Şeridi’ne yönelik saldırılara yeniden dönme niyetinin bir işaretidir. Yardımların içeri sokulmaması da bu yönde bir mesajdır. Biz baskı yapıyoruz ve diyoruz ki, herhangi bir alanda ilerleme, bu temel meselenin ayrıştırılmasıyla bağlantılı olmalıdır.
İkinci olarak şuna dikkat çekmek gerekir: İşgal, yardım konusunda direnişle muhatap olmak istemediğini öne sürüyorsa, Gazze Şeridi’nde onlarca yıldır faaliyet gösteren uluslararası kuruluşlar vardır. UNRWA, Birleşmiş Milletler, Kızılhaç ve Dünya Gıda Programı gibi kuruluşlar ne Filistinlilere ne de direnişe aittir. Bu kurumların yardım sunmasının engellenmesi, uluslararası hukuka saygısızlıktır ve aynı zamanda Filistin halkına yönelik saldırının sürdürülmesi anlamına gelmektedir.
Eğer uluslararası kuruluşlar görevlerini yerine getiremiyorsa, şu soru gündeme gelir: Neden Filistinlilerden ya da bazı ülkelerden uluslararası kurumlara saygı göstermeleri istenirken, başka ülkeler bu kurumlara saygı göstermemektedir? Bu durum uluslararası düzeni sarsmakta ve sonuçları sadece bizi değil, bu çöküşe yol açanları da etkileyecek bir sürecin kapısını aralamaktadır. Bu nedenle bugün bu yapı, yalnızca Filistinliler için değil, dünya için de bir tehdit oluşturmaktadır. Aynı zamanda devletler arası ilişkileri düzenleyen sisteme yönelik bir tehdit söz konusudur; bu tehdit sadece bölgemizi ve direniş güçlerini ilgilendirmemektedir.
Sunucu: Daha önce, düşmanın askeri savaştan Gazze’yi kaosa sürükleme aşamasına geçtiğini söylemiştiniz. Bununla tam olarak neyi kastediyorsunuz? Sözde yerel çeteler bu planın bir parçası mı?
Usame Hamdan: Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki düşman, tufanın başlangıcında büyük bir şaşkınlık yaşadı. Direniş, düşmanın sahip olduğu imkânlarla kıyaslandığında son derece sınırlı araçlara sahip olmasına rağmen, Siyonist Gazze Tümeni’ne yıkıcı bir darbe indirmeyi başardı ve işgal ordusunun kapasitesiyle övündüğü bu birliği saf dışı bıraktı. Ayrıca, bölgedeki direniş güçlerinin Gazze’nin yanında saf tutması da düşman için büyük bir sürpriz oldu. Lübnan’daki, Yemen’deki ve Irak’taki direniş güçleri Gazze’ye destek verdi. Yemen ile aradaki mesafenin yaklaşık iki bin kilometre olmasına ve arada normalleşmiş ülkelerin bulunmasına rağmen, Yemen’deki kardeşlerimiz direnişe destek olmak için büyük bir çaba gösterdi; yalnızca destek verdiler demiyorum, ciddi fedakârlıklar yaptılar, bedeller ödediler ve bir an bile geri adım atmadılar. Bu da düşman açısından ayrı bir şaşkınlık kaynağı oldu.
Siyonistlerin Hedefi Kaos Yaratmaktı
İşgalci, direnişle yüzleşebilmek için kaos ortamı yaratmaya karar verdi.
Bu kaos hali üç temel başlık üzerinden oluşturuldu:
Birinci başlık, direnişe toplumsal alternatifler üretme girişimidir. Amaç, direnişi reddeden bir toplumsal atmosfer oluşturmaktı. Bu kapsamda onlarca aşiret büyüğü, muhtar ve önde gelen ailelerle temasa geçildi ve kendileriyle işbirliği yapmaları istendi. Bunu reddedenlerin evleri bombalandı; bazıları reddettikten sadece bir saat sonra ailesiyle birlikte şehit edildi. Ancak işgal, aşiretlerin ve ailelerin kendisiyle işbirliğini reddetmesiyle aşılmaz bir duvarla karşılaştı.
İkinci yöntem, işbirlikçilerin rolünü etkinleştirmek oldu. Ajan devşirme sürecine gidildi. Gazze Şeridi’nden onlarca yıl önce, ikinci intifadadan bu yana kaçmış işbirlikçiler vardı; bunlar bir araya getirildi, geri getirildi, silahlandırıldı ve direnişe karşı operasyonlar yapmaları sağlandı. Bu nedenle ateşkes ilan edilir edilmez direniş bu işbirlikçilere karşı geniş çaplı bir operasyon başlattı: gözaltılar, sorgulamalar ve cezalandırmalar gerçekleştirildi. Bir kısmı işgalin hâlâ kontrol altında tuttuğu bölgelere kaçtı. Ancak herkes şunu net biçimde gördü ki işbirlikçilik hali, yalnızca direniş tarafından değil, halk nezdinde de bütünüyle reddedilen bir olgudur.
İsrail Çeteleri Silahlandırdı
Üçüncü başlık ise silahlandırılan çetelerin desteklenmesiydi. Tufan öncesinde ve Gazze Şeridi’nde bir yönetim varken bu gruplar güvenlik takibindeydi. Çoğu hırsızlık, saldırı ve benzeri adli suçlardan ceza almış ve cezaevlerinde bulunuyordu. Cezaevlerinin bombalanmasıyla bu kişiler dışarı çıktı ve işgal tarafından silahlandırılarak suç işlemeleri teşvik edildi.
Bu durum da soykırımın sona ermesinin ardından Gazze’de polisin sahaya inmesiyle kontrol altına alındı. Onlarca kişi yakalandı, yeniden gözaltına alındı ve savaş sırasında işlenen yeni suçlar nedeniyle yargılandı. Bu süreç iki nedenle hızlı biçimde başarıya ulaştı: birincisi direnişin kapasitesi, ikincisi ise halkın güçlü desteği.
Toplumun tamamı, toplumsal düzenin sağlanması ve kaosun önlenmesi yönünde tavır aldı. Halk, bu kişilerin saklandıkları yerleri bildirmeye başladı. Bazı aileler, bu suçlara karışan kişileri bizzat teslim etti. Bu sayede ilk iki hafta içinde Gazze’de genel durum kontrol altına alındı.
Biz, kaos yaratmanın işgalin temel yöntemlerinden biri olduğuna inanıyoruz. Bu yöntem Britanya işgali döneminde başlamış, Siyonist işgal tarafından da sürdürülmüştür. Bu nedenle toplumda genel bir bilinç vardır: toplumsal disiplinin korunması, işgalle mücadelenin bir parçasıdır. Bu bilinç, direnişin sahadaki durumu kontrol altına almasını önemli ölçüde kolaylaştırmaktadır.
İnsani dosya sahadaki mutabakatların dışında tutulmalıdır. Sınır kapılarının açılmaması ve yardımların engellenmesi, Siyonist düşmanın Gazze’ye yönelik saldırılara geri dönme niyetini ortaya koymakta ve bu tutum, uluslararası sistemin tamamı için bir tehdit oluşturmaktadır.
Silahları Teslim Etmek Mantıklı Değil
Sunucu: Silahların teslimi dosyasına gelelim. İkinci aşamaya ilişkin tüm tartışmalarda silahların teslimi konusu, bazen örtük bazen açık bir şart olarak gündeme getiriliyor. Hamas bu yaklaşıma nasıl bakıyor?
Usame Hamdan: Öncelikle şunu söylemek gerekir ki silahların teslim edilmesi mantığı, baştan kabul edilebilir bir mantık değildir ve bu konunun tartışılması dahi mümkün değildir. Bu silah, direniş silahıdır ve varlık nedeni işgaldir.
İşgal var oldukça bu silah da var olacaktır. İşgal bize saldırdığı sürece bu silah, onunla mücadele etmek ve kendimizi savunmak için olacaktır. İşgal sona erdiğinde, bağımsız ve egemen bir Filistin devleti kurulduğunda ve bu devlet halkını ve topraklarını koruyabilecek kapasiteye sahip olduğunda, yani gerçek anlamda ulusal bir orduya sahip olduğunda, doğal olarak biz de bu ordunun parçası oluruz. Vatanını savunmak isteyen herkes bu ordunun içinde yer alır. Dolayısıyla silah teslimi fikri direniş açısından kabul edilemezdir. Daha da önemlisi, bugün bu fikrin reddi konusunda ulusal bir mutabakat vardır.
Filistinli gruplar Kahire’de iki toplantı gerçekleştirdi ve bu doğrultuda ortak bir tutum benimsendi. Bu tutum arabuluculara da iletildi.
Amerikan Projesine Dikkat Etmeliyiz
Ancak hepimizin farkında olması gereken bir husus var. Mesele yalnızca Filistin’deki direnişin silahlarıyla ilgili değildir. Ortada, bölgede hegemonya kurmak isteyen ve bu hegemonyanın temelini Siyonist yapının oluşturmasını hedefleyen bir Amerikan projesi bulunmaktadır.
Bu nedenle Amerika, çevredeki tüm ülkelerin silahsızlandırılması gerektiği anlayışıyla hareket etmektedir.
Bugün yürütülen proje, ümmetin silahsızlandırılması projesidir. Lübnan’daki direnişin silahsızlandırılmasından, Irak’taki direnişin silahsızlandırılmasından, Yemen’de devleti yöneten Ensarullah’ın elindeki silahların alınmasından söz edilmektedir. Aynı şekilde İran İslam Cumhuriyeti’nin silahsızlandırılması da gündeme getirilmektedir. Hatta Siyonist yapı ile doğrudan savaş halinde olmasa bile, bölgede güçlü olan her devletin zayıflatılmasından bahsedilmektedir. Çünkü bu ümmet bağımsızlığına, egemenliğine ve kendini savunma kapasitesine sahip olursa, bu yapı bölgede nüfuz sahibi olamaz. Bu kapasitenin en temel unsurlarından biri de savunma ve mücadele silahlarıdır.
Bu ne anlama geliyor? Bu, hedefin yalnızca Filistin meselesiyle veya yalnızca Filistinlilerle sınırlı olmadığını, tüm bölgeyi kapsadığını gösteriyor. Bu nedenle Netanyahu’nun çıkıp “Büyük İsrail”den söz edebilmesini bu çerçevede anlıyoruz. Çünkü o, Amerikan projesinin bölgenin silahsızlandırılması olduğunu çok iyi biliyor. Geriye sadece İsraillinin taşıdığı ya da Amerika’nın ona verdiği silah kalacaktır.
Direnişin Silahı Tartışma Konusu Değildir
Bu anlayışla “Fırat’tan Nil’e İsrail” söylemini dile getiriyor; Irak’ın bir kısmını, Mısır topraklarının büyük bir bölümünü, Suudi Arabistan’ın geniş alanlarını ve Türkiye’nin güneyinden parçaları hedef alıyor; Suriye, Lübnan ve Ürdün’ü tamamen yutmayı, Filistin’i ise zaten bütünüyle ele geçirmeyi öngörüyor. Çünkü direnişin silahsızlandırılmasının, bu ümmetin topraklarının büyük bölümünün yutulmasının önünü açacağını çok iyi biliyor. Zira o durumda bölgede silahın tek ve mutlak sahibi kendisi olacaktır.
Direnişin silahı tartışma konusu değildir. Ulusal mutabakat, silahların teslimi fikrini reddetmektedir. Amerikan projesi ise ümmeti silahsızlandırarak “Büyük İsrail”in bölge topraklarını yutmasını hedeflemektedir.
Bugün direniş hattındaki ülkelerin sokaklarında dahi pek çok soru soruluyor. İnsanlar şunu soruyor: Neden “Büyük İsrail”? Neden sürekli “Büyük İsrail”den söz ediliyor? Neden İsrail? Neden bugün Amerika, Britanya ve müttefikleri İsrail ile bu denli yakın ilişki kuruyor ve İsrail’in büyük bir devlet olması gerektiği varsayımıyla bu kadar büyük meseleleri göze alıyor?
Biz meseleyi aslına döndürmeye çağırıyoruz. Biz bir ümmet olarak, bu bölgede genel anlamda Müslümanlar olarak, hiçbir zaman din temelinde gayrimüslimlere karşı bir düşmanlık beslemedik. Aksine, aramızda yaşayan tüm gayrimüslimlere inanç ve din özgürlüğünü güvence altına aldık.
Kimsenin Diniyle Savaşmadık
Hristiyanlar, Yahudiler ve diğerleri. Çünkü bize, insanların inançlarına ve dinlerine saygı göstermemiz emredildi; inandığımız şeye onları güzel bir dille davet etmemiz, fakat hiçbir şeyi zorla kabul ettirmememiz öğretildi. Bu Kur’an’da açık bir hükümdür: “Dinde zorlama yoktur.” Bu nedenle hiçbir zaman kimseyle dini nedeniyle savaşmadık.
Yahudi meselesi, Avrupa’da şekillenmiş bir krizdir. Yahudileri öldüren ve Avrupa’dan sürenler Avrupalıların kendileridir. Avrupa’daki baskılardan kaçtıklarında bizim topraklarımıza geldiler. Avrupalılar Yahudilerden kurtulmak istedi, onları bölgemize yönelik saldırganlığın mızrak ucu haline getirdi. Bu durum, önce Avrupa’nın, ardından Amerika Birleşik Devletleri’nin bölgemizde krizler üretme, bölgeyi parçalama, zenginliklerine el koyma ve şantaj yapma yönündeki stratejik bir projesine dönüştü.
Sunucu: Peki normalleşme projesi ne anlama geliyor?
Usame Hamdan: Bu, bölgeye yönelik ucuz bir şantaj sürecidir: Ya İsrail’i kabul edersin ya da cezaya maruz kalırsın. Ya İsrail’i kabul edersin ya da ekonomin sarsılır. Siyonist yapı üzerinden yürütülen bu süreç, bölgeye egemenlik dayatmanın bir aracı olarak kullanılan basit ve ucuz bir siyasi şantajdır.
Bu nedenle bu yapıyı savunuyorlar. Oysa onun kendi başına ayakta kalamayacağını çok iyi biliyorlar. Örneğin İslam Cumhuriyeti’ne saldırdığında ne oldu? Bu ittifakın tüm hava gücü onu savunmak için harekete geçti. Gazze’ye saldırdığında ise onların uçakları Gazze semalarında uçuyor, bombardımanların yapılması için gerekli istihbaratı sağlıyordu. Aynı durum Lübnan’da yaşandı, Yemen’e yönelik saldırıları da gördük; hepsi Amerika’nın İsrail’i savunması çerçevesinde gerçekleşti.
İsrail Batılı Ülkelerin Projesidir
Bütün bunlar, bu yapının bir proje olmasından kaynaklanıyor. Bu ülkeler için İsrail, bölgede uygulanan bir projedir. Dolayısıyla “Büyük İsrail” söylemi gündeme geldiğinde, aslında bölgeyi kontrol altına alma yönündeki büyük projelerinden söz ediyorlar. Bölgeyle eşit ilişkiler temelinde, karşılıklılık esasına dayalı ya da ortak çıkarlar üzerinden ilişki kurmak istemiyorlar. Bölgeyle bağımlılık temelinde ilişki kurmak istiyorlar. Bu bağımlılığın da ancak güçlü bir hegemonya aygıtıyla sağlanabileceğine inanıyorlar. Böyle bir aygıtı ise, içten içe kontrol edemeyeceğini bildikleri halde, yalnızca bu yapıda bulabileceklerini düşünüyorlar.
Oysa bu yapı Güney Lübnan’ı kontrol edemedi, direniş karşısında yenildi ve 2000 yılında geri çekildi. 1948’den bu yana Filistin’i işgal etmiş olmasına rağmen Filistin’i hâlâ kontrol edebilmiş değil. Peki daha geniş bir coğrafyayı nasıl kontrol edebilir? Bu çok büyük bir sorudur ve Siyonist projenin bölgemizdeki hâkimiyet kapasitesine ilişkin kurulan hayallerin, insanların düşündüğünden çok daha büyük olduğunu ortaya koymaktadır.
Normalleşme, bağımlılık dayatmak için kullanılan ucuz bir siyasi şantajdır. Düşmanlar, bölgenin, işgalci yapı tarafından temsil edilen bir hegemonya aygıtına tabi olmasını istiyor. Oysa bu yapının Filistin ve Lübnan’da başarısız olduğu ve kontrol yeteneğinden yoksun olduğu herkes tarafından bilinmektedir. “Büyük İsrail” olarak adlandırılan şey, Siyonist projenin kapasitesinin çok ötesinde bir hayalden ibarettir.
Sunucu: Bugün Gazze’nin yönetimi fikri, çeşitli taraflarca teknik ya da uluslararası başlıklar altında pazarlanıyor. Hamas’ın bakış açısından, bu önerilerde idari boyut nerede bitiyor, siyasi ve güvenlik boyutu nerede başlıyor?
Geçiş Dönemi Konusunda Uzlaştık
Usame Hamdan: Öncelikle şunu söyleyeyim: Filistinliler olarak, bir geçiş dönemi olması konusunda uzlaştık. Bu, bir yılı aşkın süredir konuşulan bir meseledir. Bu süreçte Gazze’nin, bağımsız Filistinli ulusal şahsiyetlerden oluşan bir yönetim tarafından idare edilmesi öngörülmektedir. Ulusal şahsiyet derken, toprağın özgürleştirilmesine inanan, Filistin hakkına inanan ve Filistinlilerin direniş hakkını savunan kişilerden söz ediyorum. Bu niteliklere sahip kişiler mevcuttur. Biz bu görev için Gazze Şeridi’nden yaklaşık kırk beş isim önerdik, ardından bu isimlerden dokuzunda uzlaşı sağladık. Ancak işgal ve Amerikan yönetimi, bu idari yapının görevini yerine getirmesini hâlâ reddetmektedir.
Biz, Filistin meselesinin siyasi boyutunun açık olduğunu düşünüyoruz. Siyasi boyut, sona ermesi gereken bir işgal ve özgürlüğüne kavuşması gereken bir halk meselesidir.
Filistinli Olmayan Bir Yönetimi Kabul Etmiyoruz
Filistin halkının günlük ihtiyaçlarının yönetimi, direnişe saygı duyan ve direniş tarafından desteklenen Filistinli sivil bir yönetim tarafından yürütülebilir. Ancak Filistinli olmayan herhangi bir yönetim, bir hegemonya biçimidir ve biz bunu kabul etmiyoruz. Bir işgali başka bir işgalle değiştirmek istemiyoruz. Bu, genel bir Filistin ulusal tutumudur. Ayrıca bu yönetimin, hangi biçimde olursa olsun, Ramallah’taki yönetimle bağlantılı olması gerektiğini ifade ettik. Çünkü siyasi birlikteliği korumak istiyoruz. Müzakereyi tercih edenlerle direnişi tercih edenler arasındaki siyasi proje farklılıkları bizim iç meselemizdir. Ancak düşmanla yüzleşme söz konusu olduğunda, bu karşı duruşta birleşmek zorundayız. Bunun dışına çıkmayı kabul etmiyoruz. Bu, ulusal bir Filistin tutumudur ve hiçbir Filistinlinin, Siyonist işgalin yerine geçecek başka bir işgali kabul edeceğini sanmıyorum.
Sunucu: Gazze’nin yeni yönetimi olarak adlandırılan yapının, umut bağlanan modelin bu olduğunu mu düşünüyorsunuz?
Usame Hamdan: Bir yandan Gazze’yi yönetecek uluslararası bir konsey fikrini dayatma girişimi vardır. Öte yandan Filistinlilerin, ulusal bir yönetim isteme iradesi vardır. Bu siyasi bir mücadeledir ve mutlaka belirli bir sonuca ulaşacaktır. İki yıl boyunca askeri mücadelede direnen bir halk, bu siyasi mücadeleyi kaybetmez. Bu nedenle bizim duruşumuzun değeri, bir grubun ya da bir gücün değil, ulusal Filistin duruşu olmasıdır. Bu mesajın, Amerikan yönetimi de dâhil olmak üzere tüm taraflara açık biçimde ulaştığını düşünüyorum. Filistin halkının istemediği ya da kabul etmediği bir iradenin ona dayatılması mümkün değildir.
Sunucu: Anlaşma sürecine geri dönersek: Son dönemde yapılan açıklama ve tutumlar ışığında, ikinci aşamanın siyasi ve güvenlik boyutlarının düşman ve Trump lehine yeniden şekillendirilmeye çalışıldığını düşünüyor musunuz?
Usame Hamdan: Daha önce de söyledim, muhtemelen bunu deniyorlar ve bu şaşırtıcı değil. Az önce, nasıl sözlerini bozduklarını ve bu yapının, barış anlaşmaları imzaladığı ülkelerin güvenliğini bile tehdit etmeye devam ettiğini konuştuk. Biz Amerikan girişimindeki dört maddeyi kabul ettiğimizde ve diğer maddelerin müzakere ve diyaloğa ihtiyaç duyduğunu söylediğimizde, bunun siyasi bir mücadele süreci olacağını ve bazı aşamalarda tansiyonun yükseltileceğini biliyorduk. Bu nedenle değişiklik yapma ve başka fikirler dayatma girişimlerini bekliyoruz. Bizim de kendi fikirlerimiz ve bunları koruyup haklarımızı savunacak araçlarımız var. Kimse bu meselenin bu kadar basit olduğunu sanmamalıdır; yani bir irade dayatılacak ve biz Filistinliler seyirci ya da aciz kalacağız.
Sunucu: Bu ihlaller devam ederse Hamas’ın tutumu ne olacak?
Arabuluculara Baskı Yapıyoruz
Usame Hamdan: Bu ihlaller devam ederse, öncelikle şu anki aşamada her gün arabuluculara tüm ihlalleri bildiriyoruz ve bunların durdurulması için baskı yapıyoruz. Bazıları durduruluyor, bazıları gözden geçiriliyor, bazılarını ise İsrail tekrarlıyor.
İsrail Ancak Güçten Anlar
Ancak açıkça şunu söylemek gerekir: İsrail, çatışma denkleminin kendi ihlallerinden değil, bir işgal gücü olarak varlığından kaynaklandığını anlamalıdır. Onunla mücadele yalnızca Gazze ile sınırlı değildir; işgalci olarak bulunduğu her yerde geçerlidir. Bu ihlallerin sürmesi, Filistin halkı nezdinde şu kanaati daha da güçlendirecektir: Bu düşmanla ancak direniş yoluyla muhatap olunabilir. Güçten başka bir dili anlamaz ve Filistinliler olarak hedeflerimize ulaşmamızı sağlayacak tek dil de güç dilidir. Bu da, taviz vermeye hazır olmayan bir Filistin halkıyla karşı karşıya kalacağı ve işgal hegemonyasını dayatma çabalarının başarıya ulaşamayacağı anlamına gelmektedir.
Lübnan ve Lübnan’daki direniş hakkında konuşacak olursak, kuşkusuz Lübnan’daki direniş en başından itibaren net bir tutum sergiledi. Aksa Tufanı 7 Ekim’de başladı, Lübnan’daki direniş ise 8 Ekim’de destek hattına dâhil oldu ve bu destek, İsrail’in Lübnan’a yönelik geniş çaplı saldırıları başlayana kadar devam etti. Direniş, saldırılar karşısında da direndi ve saldırılara karşılık verdi.
İşgalci güç, Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah’ın suikastla şehit edilmesine rağmen başarısız oldu. Allah rahmet eylesin. Ancak direniş ayakta kaldı, kenetlendi ve varlığını sürdürdü.
Sunucu: Seyyid Hasan Nasrallah’ın sesinin Lübnan direnişi üzerindeki etkisi nedir?
Usame Hamdan: Öncelikle şunu açıkça söylemek istiyorum: Direnişin yaptıkları ve Seyyid’in düşmanla çatışma kararı alması üç önemli mesaj verdi.
Birinci mesaj, Filistin halkının sahada yalnız olmadığı ve ümmetinin, ya da ümmeti içindeki samimi insanların ve mücahitlerin onların yanında durduğudur.
İkinci mesaj, bu yapıyla verilen mücadelenin tereddüt ya da geri adım barındırmadığıdır. Bu bir işgalci yapıdır, bizi hedef almaktadır ve biz de kendimizi ve ümmetimizi savunacağız. Dolayısıyla bu konuda hiçbir tereddüt yoktur.
Üçüncü mesaj ise bu mücadelenin, işgalin yenilgiye uğratılması ve sona erdirilmesine kadar sürdürüleceğidir. Direniş, liderlerinin şehit olması pahasına bile olsa fedakârlık yapmaya hazırdır. Nitekim Seyyid Hasan Nasrallah’ın şehadeti, Filistin’de İsmail Heniyye’nin, Yahya Sinvar’ın, Aruri’nin ve Dayf’ın şehadeti ya da Yemen’de başbakan, bakanlar ve ordu komutanlarının şehit olması buna örnektir. Bunlar direniş yolunda iz bırakmış büyük liderlerdir.
Seyyid Hasan Nasrallah’tan söz ettiğimizde, onun direniş üzerindeki etkisi sadece Lübnan’la sınırlı değildir; bölgesel ölçektedir. Düşmanımız da bu etkinin ve değerinin farkındadır.
Bu liderlerin şehit edilmesi elbette bizi acıtıyor ve bizim için bir kayıptır. Ancak aynı zamanda üzerimize daha büyük bir sorumluluk yüklüyor. Bu liderler büyük bir emek ortaya koydular; bizim sorumluluğumuz ise bu yolu sürdürmek ve onların mirasını taşımaktır. Bu nedenle sorumluluk ve kararlılık daha da artmaktadır. Liderlerin şehadeti bizi zayıflatmaz, kırmaz; aksine daha fazla fedakârlığa ve çalışmaya sevk eder, bu meydan okumayı kabul edip hedefe ulaşana kadar yürümemizi sağlar.
Bu durum bizi tarihe götürüyor. İmam Hüseyin’in (a.s.) kanın kılıca galip gelmesiyle elde edilen zaferi ve o devrimi hatırlatıyor. O, “Ben bozgunculuk ya da kibir için çıkmadım; dedemin ümmetinde ıslah için çıktım” demişti. Bu yol, şüphesiz şehitlerin ebedî kanlarıyla döşenmiş bir yoldur, inşallah.
Yemen cephesi bağlamında, Gazze’ye verilen büyük destek ışığında bu cephenin stratejik önemini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bir baskı ve destek aracı olarak rolü nedir? Sürmekte olan saldırılar ve düşmanın taahhütlerinden kaçması karşısında Yemen’den size herhangi bir temas ya da teklif geldi mi?
Açıkçası burada, Kassam Tugayları Sözcüsü Ebu Ubeyde’nin Yemen ve halkı hakkında söylediği sözü tekrar etmek isterim: Direnişe verdikleri destek konusunda samimiyetlerini ortaya koyan “doğru kardeşler”. Coğrafi mesafenin uzaklığı, onların rolüne ayrı bir özellik kazandırdı. Düşmanla mücadelede önemli bir başlık olarak deniz yollarının kapatılmasını seçmeleri, bazı çevrelerin “Bu yapıyla nasıl mücadele edilebilir?” sorusuna güçlü bir yanıt oldu.
Yemen’deki Ensarullah, silahlı çatışmanın, füze ve İHA saldırılarının yanı sıra, bu yapıyı destekleyen, finanse eden ve ihtiyaçlarını karşılayan ticaret hareketine karşı deniz yollarını kapatmanın da bir güç unsuru olduğunu gösterdi. Bu başarıldı; iflasını ilan eden Eilat Limanı kapatıldı, işgale mal taşıyan birçok gemi rotasını değiştirmek zorunda kaldı. Bu da işgalciye daha uzun ve daha maliyetli bir yol dayattı.
Doğrudur, bu durum ekonomik bir çöküşe yol açmadı. Bunun nedeni işgalin gücü değil, ABD’nin sağladığı çok büyük destektir. Ancak bu adım ciddi bir baskı oluşturdu ve zaman içinde etkilerini bırakacaktır, hatta daha fazla etki bırakabilirdi.
Zamanla kararlılık üretime ve somut sonuçlara dönüştü. İlk İHA’lar hedefe ulaşmamış ya da düşürülmüş, ilk füzeler isabet kaydetmemiş olabilir. Ancak zamanla İHA’lar hedeflerine ulaştı ve vurdu, füzeler isabet etmeye başladı. Böylece doğrudan ortaklık ortaya çıktı ve ümmetin, imkânları sınırlı olsa bile irade gösterdiğinde ortak hareket edebileceği mesajı verildi. Yemenli kardeşlerimizin imkânları, siyonist yapının ya da ABD’nin imkânlarıyla kıyaslanamaz; ancak kararlılık bu sonuçları doğurdu.
Onlarda fedakârlıklara karşı büyük bir sabır gördük. Lider ve bakanların şehadetleri dolayısıyla kendilerine taziyelerimizi ilettiğimizde verdikleri yanıt şuydu: “Sizler gibi fedakârlık yapmazsak, size nasıl destek vermiş oluruz?”
İhlaller sürse bile, kamuoyuna yansımayan boyutlar bir yana, açıklanan tutum şudur: İhlallerin devamı Gazze’nin yanında durmamızı gerektirecektir. Bu tutum, halkımız ve direnişimiz açısından olduğu kadar destekleyici ve ortak bir duruştur. Filistinlilerin ümmetlerinden kopuk ve yalnız savaştıkları iddiasını düşürmüş, cihad yoluyla işgale karşı durma gücüne sahip olduğu hâlde bunu yapmayan herkes için de açık bir delil ortaya koymuştur.
Bu tutum, Yemen’in ümmetin davalarında ve özellikle merkezi dava olan Filistin meselesinde destek sembolü olduğunu ve olmaya devam edeceğini göstermiştir. Yüce Allah’tan, Yemen’in verdiği şehitlerin, maruz kaldığı saldırıların ve kuşatmanın karşılığını vermesini, durumunun istikrara kavuşmasını, haksız kuşatmanın kalkmasını ve bölgede tam rolünü yeniden üstlenmesini niyaz ediyorum. Bunun ümmet ve davaları için hayırlı olacağına inanıyorum.
Sözlerinizden hareketle “cephelerin birliği”nden bahsediyoruz. Direniş cepheleri ve ekseninin kenetlenmiş olduğu, tek bir duruş sergilediği görülüyor. Bugün yaşananların, söylemin ötesine geçerek doğrudan etki üreten gerçek bir cephe birliğinin temellerini attığı söylenebilir mi?
Siyonist İsrail Bütün Bölgeyi Hedef Alıyor
Bence bu mücadelede farklı sahalarda ortaya çıkan ortaklık, bunun gerçekleşmesi için gerçek bir fırsat bulunduğunu gösteriyor. Bazen teorik söylem güzel olabilir; ancak sahada somut karşılığı yoksa sorunlu hâle gelir. Bu mücadele, bunun mümkün olduğunu ortaya koydu. Cephelerin birliğinden söz ederken, her sahada aynı performansın sergilenmesinden bahsetmiyoruz. Her sahanın kendine özgü doğası ve üstlenebileceği bir rol vardır. Bu durum, başka ortaklıklara da kapı aralıyor. Yaşanan tecrübenin zamanla gelişerek bölgemizdeki diğer tarafların da farklı imkânlar, yöntemler ve araçlarla bu sürece katılmasının önünü açabileceğine inanıyoruz. Özellikle siyonist yapının “Büyük İsrail” söylemi, yalnızca direniş gösteren tarafları değil, bölgenin tamamını hedef aldığını ortaya koyuyor. İşgal yalnızca Lübnan’ı, Yemen’i ya da Irak’ı hedef almıyor; tüm bölgeyi hedef alıyor. İşgalle uzlaşma anlaşmaları imzalayanlar ya da ona karşı savaş ilan etmeyenler dahi bu hedeflemeden muaf değil. Bu nedenle herkes, gücü nispetinde ve uyumlu bir çerçeve içinde bu mücadelede rol alırsa, zamanla kapasitenin gelişeceğini ve sonuçların katlanarak artacağını düşünüyorum. Ümmet düzeyinde böyle bir irade ortaya çıkarsa, bu yapının ayakta kalabileceğine inanmıyorum.
Sunucu: Tüm bu yaşananlar ışığında Hamas bağlamında bu çatışmanın geleceğini nasıl görüyorsunuz? Son olarak, Gazze halkının ortaya koyduğu büyük fedakârlıklardan sonra bu halka iletmek istediğiniz mesaj nedir?
Siyonist Yapı Bölgede Kalıcı Olmayacak
Usame Hamdan: Benim kanaatime göre, sağlam bir inançla söylüyorum ki bu yapı bölgede kalıcı olmayacak ve bu çatışma, Filistin topraklarındaki varlığını sona erdirecek. Bu yapının çöküşüyle birlikte, bölgemize ekilmiş pek çok yanılsama da çökecek. Bunların başında siyonist yapının üstünlüğü ve kalıcılığına dair yanılgılar, boyun eğme ve bağımlılık yanılsamaları, ayrıca düşmanların mezhepsel, etnik ve benzeri temeller üzerinden yaymak istediği bölünme ve parçalanma algıları geliyor.
Bu nedenle, direnişin sürme kapasitesine güvendiğim gibi, bu çatışmanın nihai sonucunun da bu yapının ortadan kalkması olacağına inanıyorum.
Gazze’deki halkımıza iletilecek mesaja gelince; onların ortaya koyduğu fedakârlığı ve sabrı tarif etmek mümkün değil. Bugün Refah Sınır Kapısı’nda biri durup “Ey Gazze halkı, Allah şehitlerinizi kabul etsin, ecirlerinizi artırsın” dese, her evde şehit olduğu görülür. Şehidi olmayan bir ev yok, her ailede yaralılar var. Gazze’deki evlerin yüzde yetmişi ya yıkıldı ya da yaşanamaz hâle geldi. Buna rağmen bu halk, direnişe ve toprağına bağlılığını korudu.
Gazze Eşsiz Bir Modeldir
Bu nedenle ilk mesajımız Gazze’deki halkımıza şudur: Siz, tarihte benzeri görülmemiş bir örnek sundunuz. Hakikate bağlılıkta, fedakârlıkta, direnişte ve kararlılıkta eşsiz bir model ortaya koydunuz. Bu fedakârlık ve bu şehadet, ancak Yüce Allah’ın bir zaferle karşılık vereceği bir bedeldir.
İkinci olarak, bu işgalle yüzleşmenin yükünü siz omuzladınız. Ancak bu, direniş güçleri nezdinde sizin için bir zafere dönüştü. Aynı zamanda Batılı ülkelerde dahi halklar düzeyinde bir hareketlilik doğurdu. Kendini mutlak hâkim sanan bu yapı, sahip olduğu toplumsal desteği hızla kaybetmeye başladı. Daha önce bu yapıyı bir kelimeyle eleştirenler antisemitizmle suçlanırken, bugün bu suçlama kimsenin ciddiye almadığı bayağı bir espri hâline geldi.
Gazze Yalnız Değil
Son mesajımız ise şudur: Gazze’nin evlatları artık yalnız değil. En ağır yükü onlar taşıyor, ancak sahada yalnız değiller. Allah’ın izniyle bu sıkıntı ve bu acı tedavi edilecek ve ortadan kalkacak. Sadece Gazze’yi değil, özgür, onurlu ve izzetli bir Filistin’i yeniden inşa edeceğiz inşallah. Bu şehitler, kanlarıyla zafer yolunu aydınlatan ve döşeyenlerdir; ayrıca kendileri için gökler ve yer kadar geniş bir cennetle müjdelenmişlerdir.
Sunucu: Evet, izzet ve onurun Gazze’si… İnşallah bu keder hali sürmez ve yakın zamanda ortadan kalkar. Hamas Hareketi yöneticilerinden Dr. Usame Hamdan’a, bu televizyon saatinde paylaştığınız değerli değerlendirmeler için çok teşekkür ediyoruz. Çok teşekkür ederiz, hoşça kalın.
www.kudusgunu.com