İran Öğrenci Haber Ajansı (ISNA)’nın raporuna göre, bölge büyük bir dönüşümün eşiğinde; öyle bir dönüşüm ki, her an topyekûn bir patlamaya dönüşebilir. Artık mesele "Savaş çıkar mı?" değil, asıl soru şu: Ne zaman ve ne ölçekte?
ISNA'nın haberine göre, işaretler son derece net: İsrail, Hizbullah’ı silahsızlandırmak için eşi benzeri görülmemiş bir baskı uyguluyor ve Körfez ülkeleri de açıkça uyardı: Eğer bu gerçekleşmezse, Güney Lübnan’ın yeniden inşasında yer almayacaklar. Ancak Hizbullah için ekonomik vaatlerden önce güvenlik gelir ve bu da demektir ki, işgal rejiminin kuzey sınırlarında gerilim sürecek.
Perde arkasında yeni bir düzen şekilleniyor; bazı Arap ülkelerinden İsrail’e aktarılan savunma sistemleri, sadece bir savunma hamlesi olmanın ötesinde anlamlar taşıyor: Bu, belirli hedeflere odaklanmanın ve belki de çatışmaların yeni bir evresinin başlangıcının işareti. Bu askeri hareketlilik, İsrail’in insansız hava araçlarıyla gerçekleştirdiği devriye uçuşlarının artması ve uzun menzilli füze denemeleriyle eş zamanlı ilerlerken, tüm bölge için alarm zilleri çalıyor.
Tahran, baskılara boyun eğmiş değil. Yaptırımların geri dönmesine ramak kala ve “tetik mekanizması” yeniden masaya getirilmişken, İran’ın yanıtı geri adım atmak değil, caydırıcılığını güçlendirmek oldu. Hava savunma sistemlerinin modernizasyonundan, füze ve İHA kapasitesinin artırılmasına kadar birçok alanda adımlar atıldı.
Bununla birlikte, İran’ın potansiyel nükleer şemsiyesi, caydırıcılığın en üst düzeyini temsil ediyor ve İsrail’in hesaplarını daha da karmaşık hale getiriyor. İran topraklarına yönelik herhangi bir saldırı, yalnızca sınırlı bir yanıtla geçiştirilmeyecek; Güney Lübnan’dan Hürmüz Boğazı’na kadar cepheler harekete geçecek ve savaş, çok katmanlı bir sahaya dönüşecektir.
Ancak bu oyun sadece güney cephesiyle sınırlı değil. Kuzeyde, Kafkasya ülkeleri dış güçlerin kışkırtmasıyla Tahran’a karşı tehlikeli bir oyuna girmiş durumda; bu oyun, "koridor savaşı" olarak biliniyor. Kafkasya’daki ticaret yolları ve jeopolitik güzergâhlar üzerindeki rekabet, İran için bir sınır çatışmasından çok daha derin sonuçlar doğurabilir. Bu gerilimin Orta Doğu krizleriyle birleşmesi, İran’ı güvenlik açısından kuşatma altına almış durumda.
Uluslararası düzeyde, Fransa ve bazı Avrupa güçleri, Hizbullah’ın silahsızlandırılması yönünde baskı kurarak Lübnan’ı Direniş Ekseni’nden koparmaya çalışıyor. Bu politika, yeniden inşa ve istikrar sloganlarıyla sunulsa da, gerçekte Direniş Ekseni’nin caydırıcılık gücünü zayıflatmaktan başka bir amaca hizmet etmiyor. Amerika ise Akdeniz'e savaş gemilerini konuşlandırarak ve Körfez’de savunma sistemleri kurarak krizi kontrol altına almak için hazırlıklı olduğunu gösteriyor—her ne kadar kapsamlı bir savaşa girmek istemese de. Ancak çatışmaların boyutu kontrolden çıkarsa, Washington’un doğrudan müdahalesi hiç de uzak bir ihtimal sayılmaz.
Tüm bunlar, Batı Asya'nın adeta bıçak sırtında olduğunu gösteriyor. Yapılacak en küçük bir hesap hatası, fitilini ateşleyeceği bir savaşın yıllarca dinmeyecek yangınını başlatabilir. Bu, yalnızca askeri bir çatışma olmayacak; güvenlik, ekonomi, hayati geçiş yolları ve bölgesel düzenin geleceği üzerine bir savaş olacak.
İsrail, İran’la savaşı kaçınılmaz görüyor ve tüm planlarını bu doğrultuda şekillendirmiş durumda. Hedefi yalnızca Gazze ve Lübnan’ı dizginlemek değil; İran’ın hayati altyapısına doğrudan darbe indirmek.
Tel Aviv’e göre, İsrail'in caydırıcılığının hâlâ geçerli olduğunu ve İran’ın saldırılarının yanıtsız kalmayacağını gösterebilmesinin tek yolu budur.
Amerika ise oyunun tavanıdır.
Bölgesel ve kapsamlı bir savaşın çıkmasını istemiyor; fakat İran ile İsrail arasındaki savaşın durdurulamayacağının da farkında.
Washington’ın rolü, krizi yönetme çerçevesiyle sınırlı kalacaktır; beklenmedik bir genişlemeyi önlemek ve doğrudan müdahaleye zemin bırakmamak adına, füze savunması ve deniz kuvvetleriyle caydırıcılık sağlayacaktır.