Şehit Tuğgeneral Muhammed Said İzedî, bereketli ömrü boyunca direniş cephesinin önde gelen komutanlarından ve mazlum Filistin halkının destekçilerinden biri olarak, İmad Muğniye, Seyyid Hasan Nasrallah, Abdülaziz Rantisi, Mahmud Zahar’dan İbrahim Akil, Fuad Şükür, İsmail Haniye, Muhammed Dayf, Salih el-Aruri ve Yahya Sinvar’a kadar direnişin tüm önde gelen isimleriyle yakın iş birliği içinde oldu ve Hacı Kasım Süleymani’nin silah arkadaşıydı.
42 yıl sevgi, yoldaşlık ve mücadele; dayatılan savaştan Lübnan’daki varlığa ve direniş cephesine uzanan bir hayat… Şehit Muhammed Said İzedi’nin eşi, ortak yaşamlarının her anını, Zeynebî bir sabır ve direnişle anlatıyor. Tesnim Haber Ajansı Farsça servisinin Reşt’ten aktardığına göre, Hazreti Sıddıka-i Tahire Fatıma Zehra’nın (s.a.) doğum günü ve Kadınlar Haftası ile eş zamanlı olarak elime farklı bir ruh hâli taşıyan bir davet ulaştı; davet afişinde, dünyanın mazlumlarının sığınağı ve direniş cephesinin komutanı olan şehit Tuğgeneral Muhammed Said İzedi’nin fotoğrafı parlıyordu. Şehidin derin bakışları sanki omuzlarıma bir görev yüklüyordu; programlarımı ve meşguliyetlerimi düşünmeden bu törene katılmaya karar verdim. Zira törende, şehit komutan İzedi’nin (Hacı Ramazan) eşi Hacı Hanım Saide Salari onur konuğu olacaktı.

Saat 18.00’de törenin yapılacağı mekâna ulaştım. Programın başlığı “Reşt Ensarü’l-Hüseyin (a.s.) Heyeti’ne mensup şehitlerin 22. anma töreni” idi. Her yıl bu büyük heyetin gençleri ve hizmetkârlarının gayretiyle, halkın yoğun katılımıyla düzenlenen anma töreninin bu yılki manevî atmosferine de Hacı Ramazan’ın derin bakışları beni çekip getirmişti.
Şehit Muhammed Said İzedi Ömrünü İslam'a Adamıştı
Program henüz resmen başlamadan, Aşura Ziyareti’nin huzur veren nağmeleri kalpleri Beynelharameyn’e doğru uçurdu. İmam Hüseyin’in (a.s.) yârenlerinden söz edilmeden önce, Efendimizin mukaddes makamına saygı ve bağlılığımızı sunduk. Salonun bir köşesine oturup şehidin eşinin gelişini bekledim; amacım bu manevî atmosferden istifade etmek ve şehit İzedi’nin eşiyle özel bir söyleşi yapmaktı. Yavaş yavaş şehit anneleri salona girmeye başladı; bedenleri bükülmüş ama yürekleri dimdik anneler, direniş cephesinin şehidinin eşini karşılamak için gelmişti. Her biri salonun bir köşesine oturdu. Bir süre sonra Hacı Ramazan’ın eşi de salona girdi. Şehit annelerinin bir köşede oturduğunu fark edince, hiç tereddüt etmeden ve büyük bir tevazu ile yanlarına gitti, çadorlarının (çarşaflarının) ucunu öptü ve saygıyla eğildi. Bu sahne herkesin dikkatini çekti. Bu davranışı, yıllarca bir “yaşayan şehitle” birlikte yaşamış bir hanımdan görüyorduk; bugün ise çadorunun ucu, her zamankinden daha öpülesi ve daha bereketliydi. Şehit Tuğgeneral Muhammed Said İzedi, dünyanın mazlumlarının sığınağı ve direniş cephesinin komutanıydı; ömrünü İslam’ı ve İslam Devrimi’ni savunmaya, küresel emperyalizme karşı mücadeleye adamış, bu yolda bilinmezliği tercih etmiş bir insandı. Nihayet Haziran 2025’te siyonist rejimin Kum’a düzenlediği saldırıda şehit düştü ve direniş cephesinin şehitlerine katıldı. Ancak Allah ona büyük bir izzet nasip etti ve şehadetinden sonra tanınır hâle geldi.

Şehit İzedi’nin hikâyesi, şehidin eşinin dilinden anlatılacak; kendisi Zeynebî sabrın, direncin ve vefanın sembolü olan bir eşten… Güvenlik koşullarının son derece özel olduğu bir hayatı, 40 yılı aşkın süre boyunca dakikası dakikasına Hacı Ramazan’ın yanında geçiren; eşinin uzun yokluklarında evin direği ve ailenin sığınağı olan bir kadından. Özel bir söyleşide şehidin eşinin anlatılarına kulak verdik. Sözlerine Kevser Suresi’ni okuyarak başladı; ardından Gilan eyaletinin sekiz bin şehidinin ruhuna selam ve saygı gönderdi. Daha sonra şehit annelerini ve direniş cephesi gazilerini saygıyla andı ve konuşmasını evliliklerinin ilk saatlerinden itibaren anlatmaya başladı. Hacı Ramazan’la sade nikâh sofralarında yan yana oturup evlilik akdini kıydıkları andan, Serpolzehab’daki Kutsal Savunma yıllarının zor ve tatlı günlerine; Lübnan’daki görev yıllarından direniş cephesiyle omuz omuza geçen dönemlere kadar bu yol arkadaşlığını anbean zor ama tatlı olarak niteledi ve o yılları hayatının en güzel günleri olarak andı.
Annesi, 'Oğlum, Velayetin ve İmam Zaman'ın Askeri Olmalı' Derdi
Şehidin eşi, bakışlarını eşinin fotoğraf çerçevesine kilitlemiş halde hatıralarını dile getiriyor; bu hatıralar, 42 yıllık sevgi, yoldaşlık ve mücadelenin hikâyesini barındırıyor. Sonu olmayan, ilahi bir renge bürünen bir aşktı bu; işte bu ilahi renk, ayrılığı da katlanılır kılmıştı. Hacı Ramazan’dan büyük bir sevgi ve muhabbetle söz ederken, kendisi de bir ömür süren yoldaşlık ve zorluklara sabır sayesinde dirayetli bir kadın ve fedakârlığın simgesi hâline gelmişti. Şehidin eşi, Hacı Ramazan’ın mücadele yolculuğunu çok eski yıllardan başlatıyor; şehidin gençlik döneminden, iman, velayet bilinci ve mücadelenin yavaş yavaş ruhuna kök saldığı günlerden… Şöyle anlatıyor: Hacı Ramazan, köklü bir dinî geçmişe sahip bir ailede dünyaya geldi; baba evi “beytü’l-ulemâ” olarak biliniyordu. Annesi de dindar ve irfan sahibi bir kadındı ve her zaman “Oğlum, velayetin ve İmam Zaman’ın (a.f.) askeri olmalı” derdi. İşte bu inanç, evladının terbiyesinde temel eksen oldu.

Şehidin eşine göre, Hacı Ramazan daha çocukluk yıllarından itibaren babasıyla birlikte Mehdî’nin zuhurunu bekleyenlerin manevî toplantılarına katılır, iman ve beklentiyle dolu bir ortamda yetişirdi. Velayetin askerliğini sözde değil, fiiliyatta öğrendi ve canı gönülden benimsedi. Bu yol, gençlik döneminde de devam etti; İmam Humeyni’nin (r.a.) ilahî çağrısı kalbine yerleştiğinde, diğer devrimci gençlerle omuz omuza, tarif edilemez bir coşkuyla İslam Devrimi’nin zafer yürüyüşlerine katıldı. Hacı Ramazan sık sık, “İslam Devrimi olmasaydı, başımıza ne gelirdi belli olmazdı” derdi. 1983 yılında, dayatılan savaşın en çetin döneminde ortak hayatları başladı. O yıllarda Hacı Ramazan, İslam Devrim Muhafızları Ordusu’na katılmış ve Kirmanşah eyaletindeki Nebî-yi Ekrem (s.a.v.) Tugayı’nda görev yapıyordu. Evlilikleri sade ve gösterişten uzak biçimde gerçekleşti; hiçbir tören ve merasim olmadan. Nikâhlarının kıyılmasından saatler sonra Hacı Ramazan yeniden cepheye gitti ve eşi, nişanlılığın ilk günlerinden itibaren ayrılık ve bekleyişle tanıştı. Şöyle diyor: Evlendiğimiz gün, İmam Hüseyin’in (a.s.) doğum gününe ve Muhafızlar Günü’ne denk geliyordu. Nikâhtan iki hafta sonra yeniden bir araya geldik ve en kısıtlı imkânlarla, en sade eşyalarla hayatımıza başladık; daha en başından ayrılıklarla, özlemlerle ve sayısız iniş çıkışla dolu olacağı belli olan bir hayat…
Eşimle Birlikte Cepheye Gittim
Şehidin eşi sözlerini şöyle sürdürüyor: Kayınvalidemin ısrarıyla sade bir yüzük ve bir çift küpe aldık. Özel bir törenimiz olmadı, çeyizim son derece sınırlıydı. Hacı Ramazan da babasından evlilik için herhangi bir maddi destek almadı; hayatını baştan sona kendi emeğiyle kurması gerektiğine inanıyordu. Bir süre kayınpederimin evinde yaşadık, ardından eşimle birlikte ülkenin batısındaki cephelere doğru yola çıktım.
“Serpolzehab”, ortak hayatlarının en önemli dönemlerinden biriydi. Şehidin eşi, o günleri “rüya gibi günler” olarak anıyor; zorluklara rağmen maneviyat ve dayanışmayla dolu günlerdi. Ancak onlar yalnız değildi; bazı mücahitler de aileleri ve çocuklarıyla birlikte oraya gelmişlerdi.
Şehidin eşi anlatısının bu bölümünde, büyük bir saygı ve gururla ülkenin kuzeyinden gelen fedakâr kadınları anıyor; Serpolzehab’da etkili ve aktif bir rol üstlenen bu kadınlar, hüseyniyelerde cepheye destek veriyordu. Geceleri dua ve yakarış sesleri ortamı dolduruyor, gündüzleri ise destek hizmetleri sürüyordu; mücahitlerin kıyafetlerinin yıkanmasından yemek pişirilmesine ve cepheye malzeme gönderilmesine kadar her alanda faaliyet vardı. Ortamda özel bir maneviyat hâkimdi; kadın ve erkek, omuz omuza, vatanı savunmak için özel bir aşk ve motivasyonla hizmet ediyordu. 1984 yılında Hacı Ramazan bir görev için Lübnan’a gönderildi; o dönemde bu ilahi görev için Devrim Muhafızları’nın farklı birimlerinden personel talep ediliyordu ve Hacı Ramazan da görevlendirildi. Ancak bir süre sonra, Irak Baas rejiminin İran sınırlarına yönelik saldırılarını yoğunlaştırdığı bir dönemde, Lübnan’a gönderilen güçler ülkeye geri döndü ve Baasçı düşmana karşı cephe aldı. Aynı süreçte Lübnan Hizbullahı da şekillenme aşamasındaydı.

Şehidin eşi o yıllardaki önemli gelişmelere değinerek şunları söylüyor: İsrail, Filistinli aydın kesimin büyük bölümünü sürgün ederek direniş halkalarını parçalamaya çalışıyordu; bu nedenle Filistin içinde mücadele halkalarını örgütleme kapasitesine sahip, eğitimli ve etkili yaklaşık 500 Filistinliyi Arap ülkelerine dağıtmayı hedefliyordu. Ancak tam da bu dönemde yeni kurulan Hizbullah ile güçlü İran sahaya girdi ve bu kadrolara destek verdi.
Lübnan; İran, Hizbullah ve Filistinli Komutanların Buluşma Noktasıydı
Sözlerini şöyle sürdürüyor: İsrail, bu kişilerin farklı Arap ülkelerine dağıtılmasında ısrarcıydı; ancak direniş ekseninin desteği sayesinde onların Filistin’e geri dönüşünün zemini oluşturuldu.
Şehidin eşi, İmam Humeyni’nin (r.a.) “Kudüs’ün yolu Kerbelâ’dan geçer” şeklindeki tarihi sözünü hatırlatarak, düşmanın direniş halkalarını koparmayı hedeflediğini, ancak kurulan her komplonun sonunda bu halkaların daha da yakınlaşmasına ve güçlenmesine yol açtığını ifade etti. Şehidin eşine göre Lübnan, o yıllarda İran, Hizbullah ve Filistinli komutanların buluşma noktasına dönüştü. Söyleşinin devamında Hacı Ramazan’ın direniş cephesi komutanlarıyla kurduğu yakın ve derin ilişkilere değinen şehidin eşi, bunun hiçbir zaman yalnızca resmî ve teşkilat eksenli bir ilişki olmadığını vurguluyor. Şöyle diyor: Hacı Ramazan’ın Şehit Seyyid Abbas Musevi ile son derece samimi ve derin bir ilişkisi vardı; Seyyid Hasan Nasrallah’ın Lübnan Hizbullahı Genel Sekreteri olarak seçilmesinin ardından da bu bağ onunla kuruldu. Bu ilişki, kardeşçe, dostça ve karşılıklı hürmetle yoğrulmuş bir ilişkidir.
Şehidin eşinin aktardığına göre Hacı Ramazan ile Seyyid Hasan Nasrallah yıllar boyunca direniş cephesinde omuz omuza mücadele etti ve aralarındaki ilişki güven ve gönül birliği üzerine kuruluydu.

Şöyle devam ediyor: Yıllarca direniş komutanlarıyla iç içe yaşadık; aramızda ailevi ve samimi ziyaretler vardı ve bu komutanların birçoğu daha sonra siyonist rejim tarafından şehit edildi. Şehidin eşi kısa bir duraksamanın ardından, Seyyid Hasan Nasrallah’ın şehadet haberinin Hacı Ramazan’ın ailesine ulaştığı geceyi anlatıyor; onun ifadesiyle o gece ev hüzün ve huzursuzlukla dolmuştu.
Lübnan'a Giderek Direniş Komutanlarını Bir Araya Getirdi
Şunları söylüyor: Seyyid’in şehadet haberini aldığımızda büyük bir üzüntü ve telaş içindeydik; eşim kendisi de yaslı ve yüreği yanmış olmasına rağmen evdeki gerginliği görünce ortamı sakinleştirmeye çalıştı ve şöyle dedi: “Biz İsrail’i yok etmeye ant içmişiz; bunlar devrim yolunun doğal hadiseleridir. Rehber’in işaret ettiği zirveye ulaşmak için şehit vermemiz gerekiyor; o halde gözyaşlarınızı silin ve sakin olun.”
Şehidin eşine göre bu sözler, Hacı Ramazan’ın velayet ve direniş yoluna olan derin inanç ve kesin kanaatinden kaynaklanıyordu. Lübnan’daki son savaşta direniş komutanlarının şehit edilmesinin ardından Hacı Ramazan bir kez daha Lübnan’a gitti. Şehidin eşi şöyle anlatıyor: Lübnan’a giderek hayatta kalan direniş komutanlarını bir araya getirdi. Hacı Aga’nın Lübnan’da özel bir itibarı vardı; direniş komutanları onu çok sever ve kendisine tam güven duyardı. Kendisi de gösteriş için değil, görev bilinciyle çalışırdı. Hacı Ramazan’ın tüm karar ve faaliyetlerinin ekseninde velayet vardı. Şehidin eşi, Hacı Aga’nın “Velinin sözü, İmam Zaman’ın sözüdür” inancında olduğunu ve şöyle dediğini aktarıyor: “Bu yolu seçtiysek, ‘işittik ve itaat ettik’ demeliyiz; Allah’ın velisinin sözü, ilk ve son sözdür.” Şehidin eşine göre, Hacı Ramazan gerçek anlamda velayete adanmıştı ve velayet-i fakihin çizgisinden en küçük bir tereddüt duymadan sapmadı; bu inanç onun hayat ve mücadelesinin yolunu aydınlatıyordu.
Şehidin eşi, günümüz dünyasındaki gelişmelere daha geniş bir perspektiften bakarak şunları söylüyor: Bugün dünyanın dört bir yanında ve istikbarın duvarlarında “Kahrolsun İsrail” sloganı yükseliyor; bu slogan şehitlerin kanının, onların mücadelesinin ve eşlerinin sabır ve direncinin ürünüdür. Bu haykırış, yıllara yayılan bir direnişin arkasında durduğu güçlü bir birikime dayanıyor.
Hacı Ramazan Allah'ın Gerçek Bir Kuluydu
Ardından ortak hayatlarına dönen şehidin eşi şöyle diyor: “42 yıl Hacı Ramazan’la birlikte yaşadım; bu yıllar ayrılıklar ve özlemle doluydu ama aynı yolda ve aynı gönüldeydik.” Bu aydınlık yolu anlatmak için Erbain yürüyüşünü örnek veriyor ve şöyle diyor: Erbain yürüyüşünde kimileri yürüyerek, kimileri araçla gider ve herkes yolun ne tür zorluklar barındırdığını bilir. Hayat yolu da böyledir; eğer hayatının başında yolunu doğru seçersen, yolun ortasındaki zorluklar sana tatlı ve katlanılır gelir. Çünkü seçiminin doğru olduğundan eminsindir ve bu seçim Allah’a varır.
Şehidin eşi kararlılıkla şunları vurguluyor: Hacı Ramazan’la olan hayatımda acı görmedim; ne varsa tatlıydı. Geriye dönsem yine onu seçer ve yol arkadaşı olurum. Ona eş, yoldaş ve sırdaş olmaya karar verdiğim gün her şeyi gönülden kabul ettim; bu birliktelikten asla pişman değilim.
Şehidin eşi sözlerini Hacı Ramazan’ın kişiliğini anlatarak tamamlıyor: Hacı Aga, Allah’ın gerçek bir kuluydu; tarihin en hassas döneminde görevini doğru şekilde teşhis etti ve kendisine emanet edilen sorumluluğu en iyi biçimde yerine getirdi. Her zaman velayete itaat etti ve velayet çizgisinde yürüdü.
Gücünü Kur’an-ı Kerim ve Ehl-i Beyt’ten Alırdı
Bu sabırlı ve dirençli hanımefendiye göre Hacı Ramazan, kendini yetiştirmiş, yönetici vasıflara sahip, basiretli ve dünyanın mazlumlarının yardımcısı bir insandı. Dayanağını ve gücünü Kur’an-ı Kerim ve Ehl-i Beyt’ten alırdı; Ehl-i Beyt için döktüğü gözyaşları ise hiç eksik olmazdı.
Sıla-i Rahime Çok Önem Verirdi
Şehidin eşi sözlerinin devamında Hacı Ramazan’ın iş hayatındaki ve aile içindeki karakterine değinerek şunları söylüyor: Hacı Aga, işinde son derece ciddi biriydi; evde ve aile ortamında ise aileye düşkün, şefkatli ve hayır işlerinde girişimci bir kişiliğe sahipti. Girdiği her alanda öncü olur, başladığı işi yarım bırakmazdı. Aynı zamanda sıla-i rahime çok önem verirdi; özel güvenlik koşullarına rağmen bulduğu her fırsatta önce birinci dereceden akrabalarından başlayarak onları ziyaret ederdi. Ziyaret imkânı yoksa mutlaka telefonla hâl ve hatır sorardı. Şehidin eşi bugün kendisine düşen görevin, şehidin hayat çizgisini anlatmak olduğunu belirterek şöyle diyor: Hayatımın tamamı zor ama tatlı bir bekleyişle geçti; bu bekleyiş ilahi bir renge sahipti ve Allah rızası içindi. İşte bu inanç ve gönül bağı, onu katlanılabilir kıldı. Şehidin eşi, Hacı Ramazan’a duyduğu derin duygusal bağlılıktan da söz ediyor; bu bağlılığın hiçbir zaman onun cihat yolundaki mücadelesine engel olmadığını vurguluyor.
Hiçbir Zaman Sızlanmadım ve İtiraz Etmedim
Şöyle anlatıyor: Yaklaşık 10 yıl onunla birlikte Lübnan’da yaşadım. Kendisine çok bağlı biriydim; sıradan bir yolculuğa çıkacak olsa bile ayrılığına dayanmak benim için zordu. Göreve gittiğinde ayrılığına katlanırdım ve hiçbir zaman sızlanmadım ya da itiraz etmedim; aksine onunla daha fazla birlikte olmayı isterdim. Çoğu zaman kendi kendime keşke zaman geri dönse de onun yanında daha fazla olsam ve daha çok eşlik edebilsem derim. Bu bölümde sözlerini, hâlâ sevdiklerinin naaşlarının dönüşünü bekleyen ailelere yöneltiyor ve şunları söylüyor: Beklemek mümkün, zorluklara katlanmak mümkün, eşinden ayrı kalmayı göğüslemek mümkün; ama yine de onunla sevgiyle yaşamak mümkün. Bu, tüm benliğimle yaşadığım bir tecrübedir.
Şehit Ailelerinin Hayatı İki Dönemden Oluşur
Bu sabırlı hanımefendi, şehit ailelerinin hayatını iki döneme ayırıyor ve şöyle açıklıyor: Biz şehit ailelerinin hayatı iki bölümden oluşur. Birinci bölüm, eşin şehadetinden önceki dönemdir; bu dönem, ailelerin sabrı ve direnciyle sürer. Çok yoğun sorumlulukları olan sevdiklerle yaşamak; benim eşim gibi özel güvenlik koşullarına sahip olanlar ya da nükleer, füze ve direniş alanlarında görev yapan diğer şehitler, her biri farklı biçimlerde büyük zorluklar yaşadı ve aileleri de bu zorluklarda onlarla birlikteydi. Özellikle çocuk sayısı fazla olan ve ailelerinden uzak yaşayanlar için bu sıkıntılar çok daha ağırdı. Eşim de bu zorlukları yaşadı, hatta belki daha fazlasını; özel güvenlik koşulları nedeniyle birçok yerde ailesine yardımcı olamıyordu ve fiilen hayatın sorumluluğu, eşin yokluğunda benim omuzlarımdaydı. Tüm bu ayrılıklara rağmen Hacı Ramazan ailesine asla kayıtsız kalmadı ve onlarla ilgilendi. Öte yandan ilahi bir nur, ailenin kalbini sakinleştiriyor ve Allah bu yolda insana o kadar dost, yoldaş ve yardımcı nasip ediyor ki insan kendini yalnız hissetmiyor.
Allah'ın Eli Şehit Eşlerinin Başlarının Üzerindedir
Bu sabırlı hanımefendiye göre hayatın ikinci dönemi, eşin şehadetinden sonra başlıyor. Şehit eşlerinin birçoğu, şehadetten önce eşin yokluğunun hayatın en zor kısmı olduğunu düşünür; ancak şehadetten sonra bu dönemin zorluğunun kat kat fazla olduğunu ve özel bir sabır ile mücadele gerektirdiğini fark ederler. Buna rağmen, eşlerinin cihadında kendilerinin de ortak olduklarına ve ilahi bir yolu seçtiklerine inandıklarında, gönülleri huzur bulur. Şehidin eşi, anne şefkatiyle genç şehit eşlerine seslenerek şunları söylüyor: Şüphesiz ayrılık ve hasret acısı çok zordur; özellikle eşlerini genç yaşta kaybeden hanımlar için. Bu hanımların önünde uzun, zor ve engebeli bir yol vardır; bu yol Zeynebî bir sabır ve direniş ister. Ancak endişe etmemeliler; çünkü Allah’ın eli başlarının üzerindedir ve yalnız değillerdir.
Kadının Temel Görevinin Çocuk Yetiştirmek Olduğuna İnanırdı
Röportajın başka bir bölümünde Hacı Ramazan’ın Müslüman kadının aile ve toplumdaki rolüne bakışına değinen şehidin eşi şöyle diyor: Hacı Aga, her zaman eğitimime devam etmem ve sosyal faaliyetlerde bulunmam için beni teşvik ederdi; bunu sadece sözle değil, şartlarını da hazırlayarak yapardı. Pek çok programda bana yardımcı olur, destek verir, fikir ve projeler üretir, gerçek anlamda teşvik edici olurdu. Kadının temel görevinin çocuk yetiştirmek olduğuna inanırdı; ancak toplumda varlığımın gerekli ve önemli olduğu yerlerde, sosyal faaliyetlerde de etkili olmam için beni cesaretlendirirdi ve hiçbir zaman engel olmazdı.
Şehidin eşi, Hacı Ramazan’ın aile içi ilişkilerini şöyle anlatıyor: Aile bireyleriyle ve çocuklarla son derece samimiydi. Fırsat bulduğunda büyük bir istek ve neşeyle çocuklar ve torunlarla vakit geçirirdi; yeğenleriyle güreşir, gençlerle dağa çıkardı ve son derece hoşsohbet biriydi.
Vasiyeti Şuydu: Velayetin Emrinde Olun ve Filistin'i Yalnız Bırakmayın
Şunu özellikle vurguluyor: Hacı Aga asla sert ve resmi bir görüntüye sahip değildi; herkesle, özellikle gençler ve çocuklarla, sıcak, samimi, merhametli ve fedakârdı. Çoğu zaman başkalarının rahatını kendi rahatına tercih eder, başkalarına yardım etme ve destek olma konusunda öncü olmaya çalışırdı. Şehidin eşi, sözlerinin devamında Hacı Ramazan’ın son sözlerine ve vasiyetlerine de değiniyor; onun ifadesiyle bu sözler, eşinin yıllara yayılan mücadelesinin ve derin inancının özeti niteliğindeydi. Şöyle diyor: Hacı Aga her zaman velayetin emrinde olmamız ve Filistin’i yalnız bırakmamamız gerektiğini vurgulardı. Siyonizmle mücadelenin, aslında şeytanla mücadele olduğuna inanırdı.
Direniş Cephesi'nin Büyüyen Bir Yapı Olduğuna İnanırdı
Şehidin eşine göre Hacı Ramazan, bugün hak ile batıl cephesinin gözlerimizin önünde olduğunu ve herkesin bu meydanda kendi yerini belirlemesi gerektiğine inanıyordu. Ona göre tek doğru yol, velayet çizgisinde yer almaktı ve hayatındaki kırmızı çizgi velayet ve velayete bağlılıktı; bu çizgiyi hiçbir zaman aşmadı. Şehidin eşi, Hacı Ramazan’ın direniş bayrağını taşıyacak nesle dair umut dolu bakışını da aktararak şu vurguyu yapıyor: Hacı Aga, direniş cephesinin küçülen değil büyüyen bir yapı olduğuna inanırdı. Şöyle derdi: “Bugünün gençleri zeki, bilinçli ve basiretlidir; inşallah doğru tercihler yapacaklar, mazlumdan yana durma ve istikbara karşı mücadele bayrağını omuzlayacaklar ve bunu gelecek nesillere aktaracaklardır.”
Rüyasında Hacı Kasım ona, 'Eline Sağlık' Demişti
Şehit eşinin aktardığına göre, Hacı Ramazan ömrünün son günlerinde İran’da bulunuyordu ancak güvenlik koşulları nedeniyle yakınlarının hiçbiri ikamet ettikleri yerden haberdar değildi. Şöyle anlatıyor: Şehadetinden önceki günlerde birkaç saatlik bir Meşhed yolculuğumuz oldu. O yolculukta âlimlerden biriyle görüştü. Yoğun meşguliyetine rağmen âlimlerin derslerine oturmak, onlardan kendini inşa etmeye yönelik yol gösterici tavsiyeler almak alışkanlıkları arasındaydı.

Sözlerini şöyle sürdürüyor: O Meşhed yolculuğu çok özel bir yolculuktu. İki saat boyunca İmam Rıza’nın (a.s) türbesinde uzun uzun ziyaret ettik ve geri döndük. Hissiyatım şu ki Hacı Ağa o yolculukta şehadet beratını İmam Rıza’dan aldı. Şehit eşi, Hacı Ramazan’ın şehadetinden önce gördüğü bir rüyaya da değinerek şunları söylüyor: Rüyasında Hacı Kasım onu sıkıca kucaklamış ve “eline sağlık” demişti. Şehadetinden sonra anladık ki bu söz, dünyevi görevin sona erdiği anlamına geliyordu ve Hacı Kasım ona görevini tamamladığını söylemişti. Hacı Ramazan’ın ömrünün son günlerini anlatan eşi, şöyle devam ediyor: 12 günlük savaş sürecinde kendisinden hiç haber alamadım ve bu belirsizlik de özel bir sabır gerektiriyordu; çok zor günlerdi. 42 yıl boyunca bu duygu ve huzursuzlukla yaşamıştım. Tüm bu yıllar boyunca her an şehadet haberini alabileceğimi düşünüyordum. Şehit eşi sözlerini şöyle sürdürüyor: Onun yıllardır özlemini duyduğu arzusuna kavuştuğunu duyduğumda içim rahatladı; çünkü yıllarca süren mücadelesinin karşılığında Allah ve Ehl-i Beyt’ten (a.s) kabul notunu aldı ve yüzü ak oldu. Mübarek naaşı getirildiğinde başucuna gittim ve “bu onur sana helal olsun” dedim. Şehit eşi konuşmasının sonunda İran halkına seslenerek şunları söylüyor: İran halkı İmam Humeyni’nin (r.a) yolunun takipçisidir; çeşitli kritik eşiklerde her zaman uyanık olmuş ve görevlerini yerine getirmiştir… Ancak bu vatanın düşmanları şunu bilsin ki hiçbir zafer elde edemeyecekler; çünkü bu halkın Kur’an ve Ehl-i Beyt’le (a.s) derin bir bağı vardır. Bu halk, devriminin ve ülkesinin bekası, kimliği ve milliyeti için kanlar vermiştir ve bu kanların arkasında duracaktır.
Düşman Aileyi Hedef Alıyor
Şehit eşi şu vurguyu yapıyor: Vatan toprağından tek bir karış dahi düşmana teslim etmedik; bu, şehitlerin kanının, halkın direnişinin ve desteğinin, kararlılıkla ayakta duruşunun bir sonucudur. Bu halk, hiçbir zaman düşmanların karşısında boyun eğmeyecek; hangi inanç ve görüşten olursa olsun ülkesini sevmeye devam edecektir. Konuşmasının sonunda halka hitap eden şehit eşi şunları söylüyor: Evin direği kadınlardır. Bu nedenle kadınlarımız ve gençlerimiz uyanık olmalıdır; çünkü düşman aileyi hedef almıştır. Hep birlikte Kur’an’a, temiz ve sahih İran-İslam kültürümüze yaslanalım. Bu, ülkemizi desteklemenin en doğru yoludur ve bizi düşmanların kötü planlarından koruyacaktır.
Tesnim’in haberine göre, Hacı Ramazan olarak bilinen şehit Tuğgeneral Muhammed Said İzedî, bereketli ömrü boyunca direniş cephesinin önde gelen komutanlarından ve mazlum Filistin halkının destekçilerinden biri olarak, İmad Muğniye, Seyyid Hasan Nasrallah, Abdülaziz Rantisi, Mahmud Zahar’dan İbrahim Akil, Fuad Şükür, İsmail Haniye, Muhammed Dayf, Salih el-Aruri ve Yahya Sinvar’a kadar direnişin tüm önde gelen isimleriyle yakın iş birliği içinde oldu ve Hacı Kasım Süleymani’nin silah arkadaşıydı.
Bu isimsiz ve yiğit İslam dünyası komutanına yönelik suikast girişimleri Suriye ve Lübnan’da defalarca başarısızlığa uğradı; nihayet 12 günlük kutsal savunma sırasında, siyonist rejimin Kum’da düzenlediği saldırıda yıllardır özlemini duyduğu şehadete kavuşarak şehitler kervanına katıldı.
www.kudusgunu.com